Bu Bizim Seninle İlk Uzun Yolculuğumuz


'Bu yolda tek yolcu, o. Yol, yalnız onun çevresinde tozuyor.'

 

Sürprizli hafta sonu kampının tatlı yorgunluğu ile gecenin karanlığında otobüsün camından yol manzaralarına bakıyordu. İlk defa geldiği İç Anadolu’nun seyri epey farklıydı ya da âşık olduğu için ‘o’ öyle olsun istiyordu. Otobüsün arkasından gelen neşeli sesleri işitti. Yaşıtları eğlenmeyi çok iyi biliyordu, en azından otobüsün camından dışarı bakan birine göre. Yanındaki koltuğa döndü, o dünya da sessizdi. Kampta yaptıklarını hatırlayınca, arkadaşının bu kadar sakin olmasına şaşırdı. Üç gece üst üste içmiş ve son gecenin finalinde kendini tuvalete kilitlemişti. Ayrıca da tüm bunların sebebi birisine ilgi duymasıydı. Sonra da ilgi duyduğu genç kızımız erkekler tuvaletini basmış ve iki sarhoş hararetli bir konuşma gerçekleştirmişlerdi.

 Bu aşkın kaybeden tarafı olduğunu tuvalette kabullenen küskün gencimiz, sessizlikten ve duygu karışıklığından sıkılmış olacak ki ben biraz arkaya gidiyorum dedi, neşeli seslerde duymak istediği özel bir şeyler olmalıydı. Yan koltuğu boş, ama kamptaki mevsim sebebi ile gönlü dolu yolcumuz tekrar cama döndü yüzünü. Yolların sessiz yanına aşina ama hislerinin taşkınlığına yabancı şekilde seyredecekti gecenin rengini.

Biraz geçmeksizin ön koltuktaki bir başka arayışta olan genç seslendirdi yüzünü arkaya.

-        Muhabbetini çok sevdim, okulda da görüşelim.

+ Eyvallah, enerjimiz tuttu herhalde.

-        Ben de sinema okumak istiyordum ama olmadı işte.

+ Arada bir şeyler çekiyorum, gel istersen, hem bir yerden başlamış olursun.

Öndeki gençten cevap gelmeye kalmadı ki boş koltuğun yanında birinin durduğunu fark etti. İyice bakınca afalladı, oydu. Kampta ilk görüşte vurulduğu ve İç Anadolu’yu yeniden fethedecekmiş gibi hissettiği bu tarifsiz yeni mevsimin sebebiydi, kışın ortasında yazdı. Hafta sonu boyunca dalgalara onu anlatmıştı ve bir şeyler olması gerektiğini söylemişti, özellikle de bu mevsimde bir şeyler olması gerektiğini… Gerçi sarhoş olup kampta herkese onun adını sayıklamak gibi şeyler de yapmamış değildi ama…

+ Cam tarafına oturmak istiyorum.

-        Olur.

Kendisinin gidip onun yanına öylece oturamayacağını düşünerek yerinden kalktı, aynı anda otobüsteki herhangi bir başkası için bu koltuktan vazgeçmeyeceğini de düşündü ve tüm bu gariplikler silsilesi içinde bir şekilde artık yan yanaydılar. Bırak otobüsü, bilmem kaç ülkeden oluşan dünya ve hatta evren bir yana, bu iki koltuk bir yanaydı. Öylece bakmak istedi ona ama henüz tuhaf kaçardı, konuşmayı denedi. Aslına bakarsanız, ön koltuktaki gencin hızlıca keşfettiği bir gerçek vardı, Jon Snow’dan hallice arkadaşımız isteyince çok iyi konuşurdu.




Yolun bitmesine 4 saat falan kalmıştı ilk yan yana geldiklerinde, ama aynı filmlerdeki gibi hisli bir sohbet zamanı kırmış ve koca dört saati sadece on beş dakikaya dönüştürmüştü. Üstelik bir önceki molada lahmacun yemişti ve ona rağmen İç Anadolu’yu fethetmişti ya da öyle bir şey.

Peki şimdi ne olmalıydı? Nasıl bir yol izlemeliydi? Karşısında öylece duran ve şiirlere konu olacak saçları yokmuş gibi nefes alan şarkının notaları çok özgündü, bu şarkıyı tekrar dinlemek istiyordu. Sonra onun ödevleri olduğunu ve yarına yetiştirmesi gerektiğini duydu, aradığı şey tam olarak buydu ve yardım edebileceğini söyledi. O kadar müsaitti ki kesinlikle yardım etmeliydi. Sadece o yardım etmeliydi ve dünya üzerinde bu işlerden en iyi o anlardı.

+ Tamam o zaman. Eşyalarımı eve bırakırım, ayrıca da geç oldu, beni karşılarsın. Bir saat sonra yolun başında buluşalım.

Olacağı varsa olan şeyler iyi çıkınca, hayat çok sevilesiydi. Kampta mahvolmuş eşyalarını hızlıca makineye attı, kendine çeki düzen verdi ve saati karşısına aldı, konuşmaya başladı.

-        Benim zamanımın ansızın gelmesi sürpriz, belki de dalgalarla konuşmam bir fark yaratmıştır, aslında bağırmış bile olabilirim.

 

Evden çıktı ve yolun başını tuttu. Az biraz sonra ‘o’ geldi. Gerçekten oluyordu bunlar ve beraber eve döndüler. Ödev için birkaç edebiyat dergisi karıştırıp, yabancılığın garipliğinde geceyi kucakladılar. Ev sahibimiz dergilerden birini aldı ve salonun başındaki tekli koltuğa geçti. Misafiri süzüyordu. Kırgın bir hali vardı ama kim, neden kırıklık bırakırdı ki böyle bir hayalde? Çorapları çok hoştu, saçları ise mavi kaplumbağa şeklindeki arabanın arkasındaki şehir silueti gibiydi. Açıkçası biraz tropikal bir histi. Zaman kırılırken tüm ödevler bitti ve evde yan yana olmalarının sebepleri eridi. Bende kalabilirsin dedi, salonda yatarım. Yorgun olan yavrumuz biraz düşündükten ve şahsiyet sahibi arkadaşımızın ela gözlerine iyice baktıktan sonra olur dedi. Odasını feda eden ve salona talip olan kahraman şahsiyet, sıcak bir uyku koynuna düşüverdi.

 

Gel zaman git zaman, gözler açılır oldu. Salondaydı. Neden salondaydı? Saate baktı, on bir civarlarındaydı. Hafta sonu kampını ve dün geceyi hatırladı, sersemlikle odasına doğru hareketlendi. Soylu kişinin durumunu merak ediyordu ve kapıyı selamladı. Bir tepki yoktu, tekrar selamladı. Soluna baktı, ayakkabılık boştu. Odaya girdi ve her şey yerli yerindeydi. Ansızın başı döndü ve bu çok sık olmaya başlamıştı, yere düşmemek için yatağına oturdu. Derken dış kapı açıldı ve ev arkadaşı telaşla odasına geldi.

 

-        İlaçları getirdim.


Duyduğu cümle ile beraber yüreğine mi yoksa aklına mı düştüğü belli olmayan tarifsizliği hissetti. Bu yolda tek yolcu, o muydu? Yol, yalnız onun çevresinde mi tozuyordu?

 

Öykünün nihayetinde, Araf’ta kalmış sevgili okur… Bilge Karasu’ya selam ederek, okuduğuna inanmak istersen bu hikâyenin yaşanmışlığının olduğunu söyleyebilirim. Her şey sadece bir rüyaydı diyorsan da gerçek sevgiyi bulmak için inanman gereken mucizeleri senin için dilerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder