Sinemamızın Yüzeyselliği ve Mini Dizi Alternatifi

Sinemaseverlere içten bir merhaba.



Uzun bir aradan sonra tekrar Netflix'e üye oldum ve hemencecik son dönem Türk filmlerine göz atmaya başladım... Akabinde ise sinemamızdaki çoğu yapımın potansiyelini bulamadığı ya da yanlış hedeflere yönlendirildiği gerçeği ile yeniden karşılaştım! Yani en azından popüler yapımlar özelinde, kısır döngü süreçlerinin çok net şekilde ortada olduğunu söylemem gerekiyor!

Peki bu girizgâh neleri anlatıyor? Nedir bu nitelik sıkıntımız? 



Açıkçası yakın zamanda, Tamirhane ve Kötü Adamın 10 Günü (3 filmlik seri) gibi popüler tüketimi hedefleyen filmleri izledim ve hepsinin de temel sorununun aynı olduğunu gördüm... Ezcümle, sinema kavramının altını dolduramıyorlar! Bu fikrim, küçük görmek (Haddime değil!) ya da kuru kuru eleştirmekten mütevellit kalemle buluşmuyor, aksine yine bir şeyleri, hep beraber gözden kaçırdığımızı düşünüyorum...



Mesela Tamirhane de Kötü Adamın 10 Günü de proje olarak farklı potansiyellere sahip olabilirlerdi! Ama sinema filmi olarak potansiyellerini gerçekleştirmeleri çok zor... Çünkü sinema kavramı çok daha derin bakış açıları ve işçilikler istiyor! Bahsettiğimiz filmlerde ise (Sinemamızdaki çoğu popüler yapımda olduğu gibi) bunun tam tersi planlamalar söz konusu... Yani filmler ara ara izleyeni yakalıyor ama o kadar işte! Ötesi yok, gerisi düşünülmemiş! Hatta çok iddialı da bir örnek vermek istiyorum, John Wick serisi... Mesela o seri, gerçekten de sinema yapımı olmalı... Peki neden? 



Çünkü bakış açısı olarak, hikâyenin akışı olarak, renk gibi teknik detaylar olarak ve tabii ki Keanu Reeves etkisiyle de keyifli bir bütün olarak; özgün bir film dili oluşturabiliyor! Bahsettiğimiz yerli yapımlarımız ise fikir olarak ilginç olmak ya da farklı karakterler sunmaktan öteye gidemiyorlar! Buradaki esas sorunlar ise tabii ki üretim şeklimizden başlayarak, piyasamızdaki yanlış sistemin ısrarla işleyişine kadar pek çok yetersizlikten besleniyor... Ayrıca da bu yüzeyselliğin, bütçeyle de hiçbir alakası yok! Örneğin John Wick 1 ile aynı dönemde yapılmış Panzehir diye bir filmimiz var ve onu mini dizi olarak izlemeyi düşünmem bile, zira Alper Çağlar hedefi tutturmuş! Hasılı hal böyle olunca ve hedefler şaşınca, dönemimizin popüler türü mini dizi kavramını, bir çıkış noktası olarak görebiliyorum! 


Kaliteli Mini Dizilerimizden 

Örneğin Tamirhane ya da Kötü Adamın 10 Günü gibi yapımlar, mini dizi formatıyla çok daha keyifli ve özgün bir tüketim süreci vadedebilirlerdi... Çünkü hikâyeler zaten potansiyelli, üzerine de mini dizi şablonu (Mini dizilerde tarz olarak çok daha esnek olabiliyorsun ve sinema gibi nitelik kaygısı yok) ile çalışınca, ortaya çok daha renkli işler çıkmış oluyor! Zira mini dizi oluşumu ile sinema kavramı, bilinçli izleyiciler açısından bambaşka anlamlara sahipler ve beklentiler de epey farklı! Yani Tamirhane gibi bir işi mini dizi olarak tüketmek çok keyif verebilecekken, sinema yapımı olarak izlemek ise pek çok açıdan soru işaretleri oluşmasına sebep oluyor... Esasen ise dijital platformların da varlığıyla, çoğu projenin, mini dizi olarak gerçekleştirilmesi Türk sineması için daha işlevsel olacaktır! 


Kaliteli Mini Dizilerimizden


Tabii sektörel dinamikler de bazı şeyleri zorunlu kılabiliyor ve illa film olarak üretilecek diyebiliyordur ama zaten bu da yanlışlarımızın başat aktörlerinden! Ayrıca da yeni yönetmenlerin denemelerine de hiçbir şekilde karşı değilim ama burada da sinemaya atılacak ilk adımın çok daha ince hesaplamalarla gerçekleşmesi gerektiğini hissediyorum, zira kalıcı olmak için epey dem almalı ve sürekli filmler düşünülmeli :)


Kaliteli Mini Dizilerimizden (Şahsiyet)


Not: Bu değerlendirme 'bence' gibi öznel yorumlamalardan ziyade, sinemamızın geneline değinmeyi amaçlamaktadır. Yoksa Tamirhane filmini çok sevenler de illa ki çıkacaktır ama nitelik sorunumuzun kökleri çok daha derindedir. Son olarak ise gişe kavramının da değiştiğini ve bu tarz filmlerin sinema salonlarında maddi olarak da karşılık bulamadığını belirtmek istiyorum. 








Aidiyet Kavramı Üzerine

 “Bir yer var, biliyorum; 

Her şeyi söylemek mümkün; 

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; 

Anlatamıyorum.”

 - Orhan Veli


 Yeditepe İstanbul dizisindeki Yusuf’u bilir misiniz? Aidiyet kavramını sorgulaması ve bir şair olma yolundaki telaşıyla farklı bir nahifliği vardır… 



 Esasen ise Yusuf’un yaşı 35 olmuştur ama daha hiçbir şey yaşamamıştır! Bu yüzden de kara kara düşünür, özellikle de yolun yarısının ağırlığıyla… Sorgunun temel sebebi ise ince sızıları ile ilgilidir! Ki öyle sızılardır ki bunlar, Yusuf’un aidiyetini baştan aşağı sarsmaktadırlar… Sonra mahalleye biri taşınır, 35 yaş şiirine ait olamayan Yusuf, adeta Orhan Veli olmak ister ve epeyce yaklaştığını hisseder; yani aidiyetine, bugüne kadar anlamsız gelen arayışlarının cevaplarına, sızılarından kaçışına… 



 Peki şairler böyledir de biz şair olmayanlar çok mu farklıyızdır? Neticede şairlerin dizeleri, bazen bizim aidiyetlerimize de ışık tutmazlar mı? E o zaman nedir ki zamanı aşıp şair olmayanlara dahi gelebilen, hikâyeleri büyüleyen, insanlığı var eden? 

  Aslına bakarsanız; yani bana kalsa, aidiyet kelimesinin sözlük anlamını bir çırpıda değiştiriverirdim! Çünkü bilirim ki bekleyiştir, insanlığın nahif hislerinin en kadim kelimesi… Ve aidiyet ise zaten herkesin bekledikleri ile ilgili ortak bir anlam taşır, taşımıştır, taşıyacaktır… 


“Anlatamayız beklediklerimizi 

Olacakmış gibi olmasından yılmışız 

Ya da nice nahiflerin söylediğini 

Orhan, Yusuf, Cahit, Burak 

E hep mi birbirine karıştırmışız 

Vazgeçer gibi olduğumuz aidiyetlerimizi” 









Ofelia




İnandığın kadar var

Anladığın kadar yok

Ne kadar masumsa Ofelia

İşte o kadar zor


Varsın aksın zaman

Birkaç nota birkaç kelime

Ofelia kadar talan

Çıkmıyor işte yollar hiçbir yere


İnandığın kadar var

Anladığın kadar yok

Belki son şarkıydı Ofelia

Birkaç nota birkaç kelime


Emret Komutanım! Askerlik Zamanlarımdan Birkaç Not :)

 

200 Kişilik Gökberk Kışlası Koğuşundan :)


Samsun Gökberk Kışlası'nda 


Eğitim hayatını verimli şekilde geçir, ardından da çalış tecrübe edin derken... 
Bir de askerlik konusunu halletmem gerekti :)

Açıkçası askerliğe gidiş dönemimde kafama takılan farklı konular olsa da... Sadece akışa ayak uydurdum ve bu sürpriz sürece dahil oldum. 

Sürpriz diyorum çünkü... Ülkenin gerçek anlamda ortalamasını gördüğümüz tek yer askerlik oluyor! 

Ben, ilkokuldan itibaren yurtta kalmaya başlamış ve lise ile üniversiteyi memleketinden uzakta okumuş biri olarak, askerdeki insan çeşitliliğine çok şaşırdım. Zira bugüne kadar dahil olduğum hikâyeler, hep belirli bir seviyede karakterlere sahipmiş! 

Askerlikteyse durum çok başka... Çünkü ortamdaki her şey doğaçlama, insanlar ise cidden epey çeşitli ve sürprizler de çok olağan :) 


Samsun Gökberk Kışlası Günlükleri 

Tesise Giriş: 15.05.2022

1. Bölük | 3. Takım | Yatak: 188 & 34 | Dolap: 206 & 205


Buradan itibaren askerde tuttuğum günlüğü aktarmak istiyorum :)

Not: Kitap okumak ve günlük tutmak, 6 aylık (Uzun dönem) askerliğimde zihinsel sağlığım açısından çok faydalı oldu.


Nutuk'u İlk Defa Askerde Okumak da Başka Bir Seviye :)


28.05.2022 | Günlükten Notlar

Kışladaki 14. günümde ilk satırlarımı yazmaya karar verdim ve etrafımda ben hariç 5 kişi daha var. Askeriye gerçekten çok başka bir düzene sahip ve insanın tüm ezberini bozuyor. Tabii yarım kalan bir hikâye ile buraya gelmemden mütevellit, Bölük filminden hallice anlarım da oluyor. Açıkçası, normalde de çok düşünen bir insanım ama askeriyede bu durum iyice arttı. 

Saatlerce ayakta beklemek, birtakım farklı insanlarla muhatap olmak ve öylece zamanın geçmesini hissetmek... Evet, burada zaman bizden yana değil :)

Canberk (İngilizceci), Turgay (Kâtip) ve Yasin (Kepçe Operatörü)'den oluşan yakın bir arkadaş çevrem var. Boş anlarımız, bir şeyler yemek ve laflamak ile geçiyor.


Soldan Sağa: Turgay, Yasin, Burak ve Canberk


Genel olarak ise geleceğe ve geçmişe dair düşünmekle geçiyor zamanım... Koç ya da Yeditepe gibi bir okulda yüksek lisans yapmak ya da memuriyet gibi bir iş kovalamak veya da kendi fikirlerimi hayata geçirmek...

Ayrıca acemiliğin üçüncü haftasına doğru ilerlerken, usta birliğim belli oldu! İstanbul ile yine yolumuz kesişti :) 

Esasen ise sağlıkçı olarak Samsun'da 1 ay daha eğitim alacağım ve iki ayın sonunda İstanbul'a geçeceğim. Zamanın ağırlığını hissettiğim günlerimden şimdilik bu kadar...


03.06.2022

Bugün itibarıyla yemin töreni gerçekleştirildi ve nihayet acemilik dönemi sona erdi. Gerçi Samsun'da bir aylık daha sağlık eğitimi var ve bu da hala acemi olmak gibi! Bu durum haricindeyse günler, yazıcılık ve askeri angaryalarla geçiyor. Esasen ise askeriyenin yersiz detaylarını her zaman hissediyoruz :)


Yazıcı Çadırından


Tüm gelişmelere ek olarak ise bu ara bir MP3 sevdasına düştüm ve ilk çarşı iznimde almayı düşünüyorum. Buradaki gereksiz olaylardan kaçış için MP3 gibi araçlar, amaç yolunda çok gerekliler. 

Yemin törenindeki bir diğer nokta ise aileler ve çocuklarının (Askerlerin) kavuşma anıydı. Şöyle bir kenardan izledim ve film sahnesinde gibi hissettim. Son olarak ise üç haftadır buradayız ama sanki üç aylık hasret gibiydi. Askerlik biraz da böyle bir kavram :) 


03.07.2022

Yazmayalı 1 ay olmuş...

Zaman biraz daha hızlı akar oldu ve bu durumdan çok memnunum. Yazıcılığın, askerliği kolaylaştırdığını ve daha çekilebilir bir yer haline getirdiğini söylemeliyim.

Ot yolmaktan, sürekli temizlik yapmaktan ve sürekli ayakta beklemekten kurtarıyor... Esasen ise yazıcılığın en büyük faydası; bizi, kalabalıktan ayırıyor oluşu. Yani daha sakin ve kontrol edilebilir bir ortamdayız.


Samsun'daki Yazıcılık Günlerinden


Bu sebeplerden dolayı, yazıcılık kavramına ne kadar minnet duysam az gelir :) 

MP3 konusu ise maalesef hayal kırıklığı yarattı. Samsun çarşısında tek tip MP3 var ve iki tane almama rağmen hiçbiri çalışmadı... Hem zaman hem de para israfı! 

Buraya yazmadığım 1 aylık süreçte arkadaşlıklarımız iyice pekişti. Tabii Yasin'i erken dağıtım ile Kıbrıs'a gönderdiğimizi de söylemek gerek. 


Dağıtım Belgeleri Örneği


Ufak ufak da olsa Canberk ile İngilizce çalışıyoruz ve faydasını da hissediyorum. Bunun dışındaysa esas olayımız kitap okumak ve langırt oynamak. Asker olduğum zamandan bu yana beş kitap okudum. Langırtı ise normal hayatımda neredeyse hiç oynamamışken, burada bağımlısı oldum, maalesef imkânlar kısıtlı :)

Samsun hakkında ise olumlu düşüncelere sahibim. Şehrin bir yanı mavi bir yanı yeşil. Hem denizi var hem de ağaçları... Ya da otları :) 

Not: Çarşı iznine iki defa çıktım ve Samsun'un potansiyelini beğendim.


Samsun


Tüm bunların dışındaysa dün film izlettiler ve Bölük'ü izledik. 
Filmin benim için anlamı başka ve biraz etkilendim. Hayat işte, bazen filmi yaşatıyor insana :)


     Bölük Filminden Bir Kare


Nihayetinde ise 7 Temmuz gecesi İstanbul'a geçeceğim ve askerliğimin son 4 ayını orada tamamlayacağım. Samsun'a kadar gelmişken Karadeniz'i gezme niyetim vardı ama zaman olarak böyle bir boşluğum olmadı maalesef. Lakin sırf gezmek için tekrar buralara geleceğim. Zira fazlasıyla ilgimi çekti...

Askere gelmeden önce Güneydoğu Anadolu'yu gezmiştim. Şimdi ise Karadeniz şehri Samsun'dayım. Esasen ise Ege kültürünün hakim olduğu Balıkesir'de oturuyorum. Üç bölgeyi de gören biri olarak, kıyafet ve yaşam tarzının her bölgede çok benzer olduğunu yazmak istedim. Hayatlarımız giderek kopya unsurlarla bezeniyor. 

İstanbul'da yazacağım satırlarda görüşmek üzere :)



İstanbul Küçükyalı Kenan Evren Kışlası Günlükleri 


Birinci Basamak Muayene Merkezi | Sıhhiye Ekibi 


Sıhhiye Ekibinin Yuvası :)


11.07.2022

İstanbul'dan ilk satırlar :) 

Askeriye hikâyem sayesinde ilk kez uçağa bindim ve Samsun'dan İstanbul'a uçtum. Uçağın kalkış anı ve birkaç gökyüzü manzarası hiç fena değildi. Daha sonraysa bir efsaneyi yaşama şansım oldu ve havaalanından alındık! Yani askeriye tarafından... 

Gerçi Sahra Sıhhiye (Samsun) özellikle alınmamızı istemiş! Açıkçası Samsun, askerlik olarak pek hoş anılar bırakmadı, egolu komutanlar vb. 

Ayrıca da havaalanından alan ekip bizi başka bir yere götürdü ve birtakım karışıklıklar yaşandı ama aynı gün içinde Küçükyalı'dan gelip bizi aldılar ve esas birliğimize katılıp, resmen usta asker olduk :(



Sıhhiyeden Burak - Usta Asker :)


Samsun'a göre burası çok daha rahat başladı. Koğuş 10 kişilik ve kendi duşumuz, çamaşır makinemiz, hatta televizyonumuz var. Samsun'daki acemilik döneminden sonra bunlar epey lüks geldi. 


Sıhhiye Ekibi Dinleniyor


En iyi gelişme ise artık kamuflaj giymeyecek olmamız. Revirde görevli olduğum için askerliğimin geri kalanında hemşire kıyafeti giyeceğim. Tabii yazıcılık da yine ilk görevim olarak belirlendi :) 
Sonuç olarak ise arkadaş ortamına sıfırdan başlamak dışında pek problem yok. 


Revirde Gece Nöbetleri


Şartlar genel olarak çok daha makul; bakalım, zamanla huzurumuz da artarsa ne ala :) 

Kapanış cümlelerim olarak da gelecekte yapacaklarıma dair pek çok düşüncemin ve karmaşık bir ruh halimin olduğunu yazmak istedim. 


Takılmayı Çok Sevdiğim Yer: Albayın Odası :)


Asker Dolabı (:


Çamaşır Makinesi Bozulunca Elde Yıkanan Çamaşırlar


Bedelli Askerlerin Atış Anında Ambulansla Beklemek


Çarşı İzninden


Çarşı İzninden 2


Askerlikte Son Zamanlar :) 



Askerliği Şöyle Bir Düşününce...

Öncelikle günlüğüme aldığım notlar bu kadardı ve kesinlikle çok ilginç zamanlar oldu... Normal hayatımda denk gelmediğim insan profilleri ile yan yana yattım ve aynı sofraya oturdum. 

Açıkçası; zorlayıcı anlar, keyifli zamanlardan çok daha fazlaydı ve askerliği en çok seven adam bile ne zaman gideceğini hesap ediyordu! 
Hal böyle olunca da en çok sabrı öğrendiğimi söylemek istiyorum, gerisi ise biraz bulanık, biraz tatsız.

"Emret Komutanım!" ile geçen 6 ayımı özetledikten sonra, ezcümle herkese hayırlı tezkereler :)

Köyceğiz Hikâyemiz: Farklı Hayatlara Dair Anlamlı Bir Röportaj

 

Tüm değerli okuyuculara ve hayatın anlamını arayanlara, çok özel bir röportajdan neşeli bir merhaba J

 Bu yazıda; Aslı ve Ersen’in her şeyi geride bırakarak, anlamlı bir hayata başlama hikâyelerine dahil olacağız. Ege’ye taşınan ve tarımcılık ile uğraşan Kuru Ailesi’ne; böylesine keyifli bir deneyimi hissetmemizi sağladıkları için çok teşekkür ediyorum.




Burak Ayaydın: Hoş geldiniz. Öncelikle sizi tanıyalım, hikâyeniz nedir?

 Kuru Ailesi: Merhabalar, biz Aslı (34) ve Ersen (38) olarak Tekirdağ’a bağlı Çerkezköy ilçesinde doğduk; büyüdük, okuduk, sevdik, sevildik, çalıştık, evlendik. Bir noktada hikâyelerimiz birleşti ve sonrasında oradaki beyaz yakalı çalışma hayatlarımızı bırakıp, Köyceğiz’in köyünde yeni bir hayata başladık.

 

Taşınma fikri ve süreç nasıl gelişti?

Taşınma fikri, aslında tanıştığımızdan bu yana hayalimizdi. Her ne kadar doğduğumuz yer olsa da hayatlarımıza orada, Tekirdağ’da devam etmek istemiyorduk. Sabah karanlıkta işe gidip, tüm gün betonarme bir binada çalışıp, akşam karanlığında eve dönmek… Genel olarak ise sadece yatmak için gittiğimiz eve, on sene kredi ödeyerek sahip olmaya çalışmak… Açıkçası hep daha fazlasına sahip olmaya çalışma eğilimi de bize göre değildi ama oradayken hayat bu şekildeydi! Bunlardan ibaretti! Biz; gezmeyi, öğrenmeyi, doğayı, hayvanları seviyoruz. Nihayetinde ise hayatımızın geri kalanında sevdiğimiz şeylere daha çok vakit ayırmak istedik. Çünkü bu önemli bir detaydı. Sonra da ani bir kararla evimizi ve eşyalarımızı satarak, bir arabaya sığacak kadar eşyayı yanımıza alıp, Köyceğiz’e taşındık.




Maliyet hesapları nasıl gidiyor? Sizin gibi bu tarz değişimleri denemek isteyenler nelere dikkat etmeliler? Yeni bir hayata başlamak isteyenler neler yapmalılar?

Maliyetleri kontrol etmek maalesef imkansız gibi bir şey oldu. Her gün her şeye çok ani zamlar geliyor. İlk taşındığımız sene geçinmek kesinlikle çok daha kolaydı. Ama artık daha zor! Köye yerleştiğinizde kiradaysanız hayat yine kolay olmuyor. Bizim gibi bir hayata başlamak isteyenlerin, kendileri için maddi ve manevi olarak çok iyi plan yapmaları gerekir. Ama şunu söyleyebiliriz, yeni bir başlangıç yapmak istiyorlarsa ve korkuları varsa, korkularını yenip bir adım atmalarını tavsiye ederiz. Olmazsa da en azından denedikleri için kendileri ile gurur duyarlar.

 

Doğada olmak ve üretim yapmak… Nasıl hissettiriyor? Özellikle de sıfırdan başladığınızı düşünürsek.

Sıfırdan başlanılan her iş biraz zorlu oluyor. Öğrenme süreci, ekipman tedariği, yaşam koşulları ve bunlara ek olarak üretim yaparak geçim sağlamak… Ama doğada olmak ve sevdiğimiz bir işi yapıyor olmak tüm zorlukları tolere ediyor. Gündüzleri doğada arı vızıltıları ile vakit geçirmek, akşam olduğunda doğanın derin karanlığında yıldızların ve ayın ışığını izleyebilmek, en büyük keyif anlarımızdan.

 

Karavan almadan önce tarladaki barınma yönteminiz nasıldı? Şu an olduğunuz bölgede sizin gibi tarım yapanlar nasıl barınıyorlar?

Karavan almadan önce gezici arıcılıkta barınmamızı arıcı barakası ile sağlıyorduk. Şu an gezici arıcılar barınmalarını yine arıcı barakası ve karavan ile sağlıyorlar. Aslında arıcılıkta karavan çok bilinmiyordu. Ancak son dönemde barınma için karavanı tercih etmeye başladılar. Bir değişim söz konusu.




Daha önce karavan deneyiminiz olmuş muydu?  Tarımcılık ile uğraşırken karavandan beklentileriniz tam olarak neler?

Daha önce karavan deneyimimiz olmamıştı. Arıcılık ile uğraşırken karavandan en büyük beklentimiz tuvalet ve duşumuzun karavan içinde kapalı bir şekilde olması. Ayrıca da sıcak suya kolay erişim istedik. Son olarak ise soğuk havalarda karavanın daha sıcak ve korunaklı olması bizim için avantaj.

 

Karavanın maliyeti ne kadar oldu ve uzun vadede nasıl planlarınız var?

Karavanın maliyeti şu an için 115 bin lira oldu. Fakat içerisinde kendimize göre değişiklikler de yapmak istiyoruz. Yaylalarda ve dağlarda, 6 ay içerisinde tam zamanlı yaşadığımız yer karavanımız olacak. Bunun için de karavanımıza yeni düzenlemeler yapacağız.

 

Peki tarım ile ekonomik denge sağlanabiliyor mu? Tarıma uzak bir nesil olarak, burada hem maddi hem de manevi bir çıkış noktası bulabilir miyiz?

Arıcılık ile ekonomik dengeyi sağlamaya çalışıyoruz. Doğa ile iç içe çalıştığımız için o sene verimli geçmez ise ekonomik dengeyi sağlamak çok zor olabiliyor. Gençlerin tarıma, arıcılığa ve hayvancılığa daha çok yönelmesini gerçekten isteriz. Ayrıca maddi ve manevi çıkış noktası bulunabilir. Mesela desteklemeler maddi anlamda çok önemli ve severek yaptığınızda ise manevi yönden cidden huzur verici bir iş.









Üretime dair planlarınız neler? Zamanla yeni ürünler denemek istiyor musunuz? Gidişat nasıl olacak?

Üretime dair planlarımız, doğal ve ilaçsız olarak en saf haliyle devam etmek. Arıcılık sadece bal gibi düşünülüyor ama arı ürünleri çok geniş bir yelpazeye sahip. Bu nedenle kendimizi geliştirerek yeni arı ürünleri yapacağız.

 

Sizce tarım ve üretim özelindeki sektörel sıkıntılar neler?

 Arıcılık ve arı ürünleri konusunda çok fazla bilgi kirliliği var. Bu konuda daha fazla bilgilendirmeler yapılabilir. Genelde bu meslek ile uğraşan kişiler ise yaşlı ve yeniliğe kapalı büyüklerimiz. Gençler daha fazla yönelebilir ve bu mesleği geliştirebilirler. Henüz tam potansiyeline ulaşmamış bir süreç söz konusu.

 

Şimdiki yaşamınız ile önceki arasında nasıl farklar var?

Şimdiki yaşamımız ile önceki yaşamımız arasında çok büyük farklar var. Öncelikle kendi işimizi yaptığımız için müdür veya patron stresi yok. Ayrıca daha doğal besleniyoruz ve daha temiz bir havayı soluyoruz. Kendimize, birbirimize ve ilgi alanlarımıza daha çok vakit ayırabiliyoruz.

 

Peki size göre hayatın anlamı nedir?

Bize göre hayatın anlamı, bulunduğumuz yeri güzelleştirerek hayallerimize adım adım yaklaşmak.





En nihayetinde böyle bir sıfırdan başlama hikâyesini tavsiye eder misiniz? Yine olsa yine aynı kararı verir miydiniz?

Böyle bir hayali olan herkese, istediği hayata doğru bir adım atarak başlamalarını tavsiye ederiz. Biz, yine olsa yine aynı kararı verirdik.

 

İlerleyen yıllarda başka bir yere taşınmayı ya da farklı bir şeyler yapmayı düşünüyor musunuz?

Ege Bölgesi’ni çok seviyoruz. Sıcağı ve denizi çok seviyoruz. Bu gerekçelerimiz doğrultusunda da bu bölgeden uzaklaşmayı düşünmüyoruz.

 

Son olarak sizin bahsetmek istediklerinizi de duymak isteriz.

Hikâyemizi anlatmak için fırsat verdiniz, bu anlamda çok teşekkür ederiz. Şu an yaşadığı hayat dışında başka hayalleri olan herkese, cesaret gösterip bir adım atmalarını tavsiye ederiz.

 

Not: Aslı ve Ersen’in çıktıkları bu cesur yolculuğu, Köyceğiz Hikâyemiz adlı YouTube kanallarından takip edebilirsiniz.

 

Görüşmek üzere J




 

‘’İnsan, kıyıyı gözden kaybetme cesareti olmadan yeni denizler keşfedemez.’’

-        Andre Gide


Yürümenin Felsefesi: Likya Yolu

 


 Nelson Mandela’nın yaptığı uzun ve anlamlı bir yürüyüş vardır ki pek çok şeyi değiştirmiş ve insanlık için büyük farklar yaratmıştır. Yürümenin bir eylem olarak kabul edilmesi ve insanlara hem düşünce hem de keşif imkânı sunduğunun bilincine varılması, başlı başına ruhani bir sürecin varlığını pekiştirmiştir.


 Yürümek, kendi içinde birkaç seçeneğe ve etkiye sahiptir. Mesela kendi başına yürümek ile birkaç arkadaş ile yürüyüşe çıkmak çok farklı süreçlerdir ve insan zihninde yarattığı etkiler de değişkendir. Kendi başına sakin bir yürüyüş yapan birey, birçok düşüncesinin çıkış noktasını ve onların nerelere varabileceğini farkında olmadan keşfeder, yüzeyden ziyade derinlere iner. Düşüncelerinin özellikle üstüne düşmesi gerekmez, her şey kendiliğinden gelişir, yürüyüş adeta bir terapi görevi görür. Arkadaşlar ile yapılanda ise sohbet ön plandadır ve derin düşünceler ortadan kaybolur. Birileriyle yapılan yürüyüş, daha çok vakit geçirmeye yönelik bir eylem olarak gerçekleşir ama her iki ihtimalde de vücut için çok sağlıklı bir tercihtir.






 Yürümenin felsefesine inananlar ya da kalabalık gruplar ile beraber sosyalleşmek isteyenler, bazı bölgelerdeki uzun yolculuklara talip oluyorlar. Birbirinden güzel deniz manzaraları ve rahatlatıcı doğası ile ülkemizin en uzun ve bir o kadar da hayranlık uyandıran yürüyüş rotası olarak bilinen, toplam uzunluğu da yaklaşık 555 kilometre olan Likya Yolu, arayıştaki yolcuların sık uğradığı bu özel güzergâhların başında geliyor. Yola devam edilen süre boyunca yöresel yemeklerin ön plana çıktığı ve emek dolu bahçelerin birbirinden doğal ürünleri ile sizi karşıladığı bu özel keşif zamanlarını, tek başına ya da arkadaşlarıyla deneyimleyenler çok fazla. Likya Uygarlığı’ndan izler taşıyan ve tamamlanması çok ciddi bir yürüyüş disiplini gerektiren Likya Yolu, kampseverler tarafından her yıl ziyaret ediliyor. Tek başına yürüme cesaretini gösterebilenler, Likya Yolu güzergâhındaki yüzlerce kilometreye meydan okuyor ve çok ciddi bir hazırlık aşaması gerçekleştiriyor. Yürüyüş boyunca yalnız olmanın getirdiği huzuru ve düşünce derinliğini keşfeden yolcu, hayatının anlamına dair çıkarımlarda bulunuyor. Diğer seçenekte ise ekipçe yapılan yürüyüş hali ve hem tatil hem de coğrafi keşif söz konusu. Beklentiye göre gerçekleşen tercihler, gezginler için Likya Yolu’ndan farklı deneyimleri mümkün kılıyor.

 

‘’Bu yolda tek yolcu, o. Yol, yalnız onun çevresinde tozuyor.’’

-        Bilge Karasu



Likya Yolu Röportajı

 

 Gencinden yaşlısına pek çok insanın hikâyesini kucaklayan ve bir o kadar da hayatın anlamına dair arayışları barındıran Likya Yolu’nu, yolculuğun özünü anlamış olanlar ile konuşarak, güzergâhı keşfetmek isteyen gezginlere birtakım bulgular sunmak istedim.

 




 Tam olarak bu doğrultuda, Likya Yolu’ndaki huzurlu yürüyüşünü bitirme süresini birkaç yıla yaymış ve her yıl düzenli olarak belirli bölgelerini yürüyen Turan Günay’a, macerası hakkında birkaç soru sordum.

 




Burak Ayaydın: Öncelikle hoş geldiniz. Likya Yolu’ndaki deneyimlerinizi gerçekten çok merak ediyorum. İlk olarak, bazıları Likya Yolu’nu tek başına yürüyerek hayatın anlamını uzun uzun düşünüyor. Bazıları ise bu süreci arkadaş gruplarıyla sosyalleşebileceği bir ortam olarak görüyor. Sizin Likya Yolu’nu yürüme sebebiniz nedir?

 

Turan Günay: Merhaba. Bu yolculuğa çıkma fikrimiz esasen çok eskiye dayanıyor. Ayrıca içimde bir yerde böylesine zorlu bir yürüyüşü gerçekleştirerek kendimi denemek istediğimi biliyordum. Tabii doğanın içinde olmak da çok müthiş bir şey. Mesela bahar döneminde orayı anlatmak mümkün değil, çok iyidir, çok keyiflidir. Biz de bu anlamda doğa ile iç içe olmak istedik. En nihayetinde ise biraz da macera olduğunu düşünüyorum.

 

B.A: Bu yürüyüşü gerçekleştirerek, kendinizi deneme isteğinizi dile getirdiniz. Peki insanların böylesine zorlu yolculukları deneyimleme isteği hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

T.G: İnsanın doğasında mücadele var. Örneğin Everest’te İlk Türk’e bakınca gerçekten çok zor bir iş diye düşündüm. Ama yapan kişi için de bir o kadar anlamlı. Açıkçası çevremin kırılmayacağını bilsem tek başıma bütün yolu bir kerede yürümek isterim. Orada o kadar özgür ve o kadar yalnızsın ki. Misal İstanbul’da kalabalıklar halinde yaşıyoruz ve bir şeyler için sürekli sıra bekliyoruz. Ama Likya Yolu’nda, bir kişi dahi görseniz dikkatinizi çekiyor, belki de hemen geçip gitse diye düşünüyorsunuz. Çünkü oradaki yalnızlık duygusu o kadar mükemmel ki. Doğayla bambaşka bir bütünlük halindesiniz. Tek bir yabancı bile görseniz garipsiyorsunuz, yalnızlığınız bölünsün istemiyorsunuz. Siz, daha önce hiç olmadığınız biçimde, kendi benliğiniz ile birleşiyorsunuz.

 



 

B.A: Açıklamalarınızdan hareketle, sizin için nasıl bir deneyimdi?

T.G: Kesinlikle insanın karakterini güçlendiren bir süreç. Hatta birkaç kişi ile birlikte yürürken bile böyle bu durum. Bazen hiç konuşmayalım diyoruz ve öylece yürüyoruz. Sadece anın içinde olmayı hedefliyoruz. Gerçekten müthiş rahatlatan bir şey. Yani her zorluğa rağmen orada olmak ve yürümeye devam etmek. Doğru kararlar almak için de ayrıca harika bir yer. Kendinle ve ilişkilerinle ilgili pek çok şeye karar veriyorsun, düşüncelerini derinlemesine keşfediyorsun. Doğayı bu şekilde deneyimlemek ve anlam bütünlüğünü hissedebilmek, gerçekten mucizevi.

 

B.A: Son olarak, bu anlamlı yolculuklara dair sizin eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

 

T.G: Genç bir arkadaşımın dert edindiği kritik bir şey var ve artık ben de onun gibi düşünüyorum. Likya Yolu’nun hiçbir yerinde ateş yakılmamalı! Yanında soğuk tüketilecek gıda götür ve mangal yapma. Orada gerçekten ateş yakılmamalı. Çünkü daha önce yangın çıktığı oldu! Ayrıca arkamızda bir şey bırakmamak lazım. Sigara ya da çöp, asla atılmamalı. Aslında genel olarak hem doğada hem de şehirde buna uyulmalı zaten. Yolculuk özelinde ise yürüyüşe Fethiye’den başlamalı ve en az ağırlıkla yola çıkılmalı diye düşünüyorum. Parkur süresini çok uzun tutmamak da yine iyi bir tercih olacaktır. Zira insanın ve vücudunun sınırları var. Bir yerden sonrası gerçekten çok zorlayıcı olabiliyor. Son olarak ise bölgedeki konaklama tesislerinin, sırtınızda eşya taşımanıza gerek bırakmayan hizmetlerinden faydalanmanızı ve özellikle mevsim geçişlerinde gitmenizi öneririm.




Macera dolu rotalar ve anlamlı keşif hikâyelerinde görüşmek üzere. Şen kalın 😊