Yıl 1953.
Teknik imkanlar sinemamızın ilk yıllarına göre gelişmiş durumda. Muhsin
Ertuğrul ise vizyonunu gösteren yönetmen olarak, teknik imkanların da yardımı
ile sinemamızın ilk renkli filmi olan Halıcı Kız’ı çekiyor. Kalemimle; filmin
yapboz bütünlüğündeki biçimini bozmadan önce, sinemamızda renkleri ilk kez
gördüğümüz Halıcı Kız’ın, öyle ya da böyle sinema tarihimizde başrolü almayı
başardığını söylüyor ve devam ediyorum.
Öyle ya da böyle dememin sebebi ise filmin bir
bütün olarak mükemmel olamamasından kaynaklanıyor! İlk kez renk kullanımının
yardımı sayesinde; o zamanların taşrasından başlayıp, İstanbul’da son bulan bir
hikayeye, tarihsel bulgular açısından ortak oluyorum. Her şeyden önce Galata
Kulesi ve çevresinin, 1950’lerdeki ahengine şaşırıyorum. İstanbul’un her zaman
için bu kadar güzel olduğunu görmek; beni, filmi masalsı duygularla incelemeye
davet ediyor. Lakin senaryonun gelişme evresi ile birlikte, masalsı yaklaşımım
tabi ki de yersizleşiyor. Zira filmimiz, ekmeğinin peşinde ve kendi
tercihlerinin getirileri ile yaşamak isteyen Gül’ün çetrefilli hayatını
anlatıyor. Gül’ün olaylar karşısında
verdiği tepkiler; fonda kullanılan müzikler ile desteklenerek, seyircideki
hissiyat arttırılmaya çalışılıyor. Ama bu müzikler, yer yer öylesine şiddetli
kullanılıyor ki, başarısız müzik kullanımının getirdiği zafiyeti fark etmek
zorunda kalıyorum. Yani filmin atmosferinden uzaklaşıyorum. Filmde tercih
edilen; müziğin düşük ya da yüksek dozda şiddetli kullanımları, oyuncuların yer
yer ilginç performansları, hikaye tutarsızlıkları ve kurgu yüzeyselliği,
bütünlük anlamında atmosferin bozulmasına yol açıyor. Planlar arası geçişlerde
sık kullanılan bir kurgu tekniği görüyorum. Günümüzde olmayan ve siyah çizgi
geçişi ile yapılan bu teknik, aslında görüntüleri arka arkaya eklediğimiz
birleştirme işleminden ibaret. Yönetmenin bu sadeliği siyah çizgili geçiş ile
süsleme çabası, kurgunun yorucu yanını görmemi sağlıyor. Tüm bunların haricinde
ise; Yeşilçam Filmlerinin pek çoğunu izlemiş biri olarak, senaryodaki bazı ince
göndermeleri zamanına göre epey yaratıcı buluyorum. Gül’ün hastalanmış annesine
doktor götürme amacı ile gittiği ormanda, kırmızı kıyafetler ile bezenmesi ve
de kamyoncunun cinsel açlık dürtüsü ile Gül’e odaklanması, bana kırmızı
başlıklı kız hikayesini hatırlatıyor. Senaryonun yaratıcı noktalarından bir
diğeri ise; Gül’ün sadece insani duygularla çıktığı ilişki arayışında, yine
kendi gibi insaniyetten yana olan biri ile etkileşime girmesi oluyor. Zira cinsiyet
fark etmeksizin tüm karakterlerin Gül’ü güzelliği üstünden değerlendirip,
kendilerince yönlendirme çabaları ile Gül’ün umutsuzluğunu körüklemeleri,
toplumun bozulmuş ahlaki yapısına ışık tutuyor.
İlk renkli film olan Halıcı Kız’ın dünyası izleyeni
tatmin etmese de, bazı konular hakkında detaylıca düşünmeye itiyor. Vermek
istediği mesajlar ve dönemi hakkında barındırdığı kaynak niteliğindeki renkli
görüntüleri, her şeye rağmen filmin iyi bir klasmanda olabilmesini sağlıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder