Sunucu Turhan Alyakut ile *Radyonun Dünyası*


 7 - 10 Arası Turhan Alyakut ile Sabah Haberleri

 Gelişen teknoloji ile birlikte hayatlarımız da değişiyor. Kitle iletişim araçları ise bu gelişmelerden en çok etkilenen ve de bu etkiyi insanlara hızlıca yansıtan alanlardan. Bir zamanların en popüler medya iletişim araçlarından biri olan radyo, ilerleyen teknoloji ile birlikte eskiye oranla epey az ilgi görüyor.

 Dünden bugüne radyo sektöründe nelerin değiştiğini, radyoculuğun şu anda ne durumda olduğunu ve radyo sunuculuğu yapanların mesleklerine dair detaylı bilgileri, 30 yıla yakındır radyo sunucusu olan Turhan Alyakut'tan öğreniyoruz. Aynı zamanda televizyon editörlüğü de yapan Turhan Alyakut ile röportajımızı normalden daha farklı şekilde gerçekleştirdik. Hazırladığım soruları bir kaba koydum ve Turhan Abi herhangi bir kağıdı çekerek soruları cevapladı. Yani röportaj sorularında planlamadan ziyade akışına bırakma durumu var. Keyifli okumalar :) 

Burak: Hafta içi beş gün boyunca, sabahları 7 ile 10 arasında olmak üzere Küpe FM'de 3 saat program yapıyorsun. Yani 3 saat boyunca mikrofonda tek başınasın. Bunun zor yanları neler?

Turhan Alyakut: 30 yıla yakındır bu işi yapınca, mikrofonda tek başına ya da başkaları ile olmanın pek önemi kalmıyor. Ama benim kişisel olarak sevdiğim bir şey var. Stüdyoda çok insan olması. Yani program esnasında stüdyo ne kadar kalabalık olursa, performansım da o kadar artıyor ve havaya giriyorum. Stüdyonun kalabalık olması ile ilgili şöyle bir anımı anlatayım. Daha önce çalıştığım bir radyoda, Okan Bayülgen ile beraber program yapıyorduk. O programda, şu anki gibi haberler okuyordum ve okuduğum haberleri Okan ile birlikte yorumluyorduk. Üniversitelerden çok fazla öğrenci gelirdi program için. Okan'ın televizyon programları gibi kalabalık olurdu radyo stüdyosu. Stüdyo kaç kişi alabiliyorsa o kadar dolu olurdu. Benim hoşuma giden tarz bu. Ama dediğim gibi, mikrofonda tek başımayken de herhangi bir sıkıntı söz konusu değil. Neticede buna alışıyorsun.


                                                                                      Çarşambaların Düzenli Konuk Saati



Burak: Müzik listemde her zaman olur, illa çalarım dediğin sanatçılar var mı? Varsa kimler? 

Turhan Alyakut: Tabii ki var ama bu birazda çalıştığınız radyonun müzik politikası ile ilgili. Küpe FM'de pop müzik ağırlıklı yayın yapıyoruz. Benim burada ki esas kriterim ise sevmediğim hiçbir şarkıcıyı çalmamak. Mesela ömrüm boyunca Gülben Ergen çalmadım, çalmam da. Başkaları sevebilir ama ben o kadar pesimist ve melankolik şeyleri sevmiyorum. Yine Bülent Ortaçgil'i de sevmem ve de çalmam. Demet Akalın'ı ise sevmediğim halde listeme alırım. Şarkıları çok fazla dinlendiği için bizim radyoda çalmamak olmaz. Yani çok popüler olan şarkıcıları sevmesen de listene almak zorundasın. İmkanım olsa biraz daha orta ritim, biraz daha romantik şarkılar çalarım. Cem Adrian gibi mesela. Ayrıca 90'lı yılları çok severim. O yıllardaki çoğu sanatçı başımın üstündedir. O dönemdeki şarkıların altyapıları çok iyiydi. Günümüzde hala o seviyeye ulaşamayan şarkıcılar var. 

B: Radyolar kalite anlamında kaç kategoriye ayrılır? Ne tür sorunlar olabilir? Maaş aralıkları nelerdir?

T.A: Bir radyonun kalitesini belirleyen esas kriter, o radyoya yapılan yatırımdır. Bununla birlikte yetişmiş personele de yatırım yapmak gerekir. Bu alanlara yapılan ya da yapılmayan yatırım, o radyonun kalitesini doğrudan etkiler. Günümüzde radyoların genel reklam pastasından aldıkları pay, dijital medyanın ve açık hava reklamcılığının ön plana çıkması sebebi ile epey azaldı. Bu pay azaldıkça da radyoların kalitesinde düşüş oldu. Çünkü yeterince para kazanılmadığı için yeterince yatırım da yapılamıyor. Bir diğer mesele ise, ulusal ya da yerel olmak üzere tüm radyoların yetişmiş personel bulma sıkıntısı. Tabii bu mesele de, her meslekte olduğu gibi köşe başlarını tutan kişilerin de etkisi var. Onlardan fırsat bulup da yeniler yetişemiyor. Taşrada bu işi çok iyi yapan isimler var ama onlarda ulusal radyolara geçiş yapamıyorlar. Bana kalırsa yerel medya; hem gazetede, hem radyoda, hem de televizyonda ulusal medyayı besleyen bir güç olmalı! Ama ne yazık ki yeteneği ile değil de kişisel ilişkileri ile bir yerlere gelmiş kişiler sebebi ile de kalite anlamında sıkıntı yaşıyoruz. Şöyle örnekleyeyim; Habercilik, yayıncılığın tümüne bakınca çok daha ciddi ve çok daha farklı bir kulvar. Ama seçim süresindeki ulusal habercilere baktığımız zaman, mesleğini yaparken ki halleri ortada! Dolayısı ile liyakata, yeteneğe ve tecrübeye bakılarak işe alımlar olsaydı, o habercilerin hiçbiri şu anda ulusal medyada olamazdı! Maaş konusunda ise, her iş alanında olduğu gibi radyoda da bu işin starları var ve onlar çok para kazanıyorlar. Ama radyo sunuculuğuna yeni başlayacak; yani sektöre yeni girecek birinden bahsediyorsak, ulusal bir radyoya da başlasa çok bir şey beklememeli. 2500 lira civarlarında bir maaşla başlayacaktır büyük ihtimalle. Yani şu anki piyasada radyo programı yapmaya başlayacak kişi, hayatını kolayca idare edebileceği bir para kazanamaz en başta. Bu anlamda; Bursa, Konya gibi yerlerdeki radyolarda başlamak, İstanbul'dan daha iyi bir tercih olabilir. Çünkü personel havuzu meselesi de önemli bir etken maaşın belirlenmesinde.

2019 Seçim Programlarından

B:
 Editörlükte yapmış biri olarak, televizyon sektöründe editörlük nedir? Editör neler yapar?

T.A: Televizyon editörü, bir programın içeriğini hazırlar. Sabah programı gece programı fark etmeksizin, yani herhangi bir programın özelliğine göre programda neler konuşulacağını belirler. Konuşulacak olan konular, kimlerle konuşulacak? Hangi zaman aralıklarında neler konuşulacak? Yani işin bütün matematiğini editör hazırlar, bu hazırladıklarını ise yönetmen ve yapımcıya onaylattıktan sonra sunucuya aktarır. Sunucuda kendi tecrübelerini ve becerilerini bunların içine katarak ortaya bir sonuç çıkarır. Televizyon programlarında gördüğümüz her şeyi editörler hazırlar. Tabii Seda Sayan gibi istisnalar da mevcut. Seda Sayan ya da onun formatında program yapan kişiler, olayların içine daha fazla dahil olmak isterler. Bu doğrultuda editörün kurduğu altyapıyı esnetirler. Bu, olmaması gereken bir uygulama ama oluyor maalesef! İçerik oluşurken fikir vermeleri olabilir ama canlı yayında doğaçlama yapmamaları gerekir. Editörlüğe ne olduğunu bilmeden başladım, ama meraklı olmam ve de arkadaşlarımın yardımı ile olayı kavradım. Yaptığımız programlar ödüller aldı. Bu anlamda; meraklı olup, çabalayanın editörlük yapabileceğini söyleyebilirim. Aslında televizyon sektörüne konuk koordinatörü olarak girmiştim. İşim, yarışma programlarına gelecek ünlüler ile telefonda iletişime geçmekti. Bu işteki performansım sayesinde editörlüğe yükseldim. Editörlük yapacağım ilk programın konusu ise futboldu ve benim futbolla hiç aram yoktu. Akşama Rıdvan Dilmen gelecek, soruları hazırla dediler. Futbola ilgim yoktu ama hem Rıdvan Dilmen'in hem de izleyicilerin dikkatini çekecek sorular hazırlamam gerekiyordu. Neyse ki soruları hazırladım ve devamını da getirdim. Yani yapılamayacak bir şey değil, tamamen istemekle alakalı.

B: Radyo sunucusu olmak isteyenler neler yapmalılar? Nasıl bir yol izlemeliler?

T.A: Radyo sunuculuğuna ilk başladığım zamanlarda, bu işe meraklı olanlar daha fazlaydı ve şöyle talepler gelirdi bize. ''Yoldan geçiyordum, şarkıyı duydum ve sunucu olmaya geldim.'' Önceden öyle görünüyordu, yoldan geçen herkesin yapabileceği bir iş olarak algılanıyordu. Aslında yapabilirler, çünkü doktorluk ya da mühendislik gibi teknik bir altyapıya ihtiyaç yok. Ama ben hep şunu söylerim; radyo ya da televizyon programcısı olabilmek için esas şart, ağzınız ile beyniniz arasındaki mesafenin kısa olması. Ağzından çıkanı kulağın duyuyorsa, ağzın ile beyninin arası kısaysa, başlangıç için yeterli. Ama bu aşamadan sonrası için çok dinlemek ve çok okumak gerekiyor. Çünkü radyoda mikrofon aracılığı ile insanlara bir şeyler söylerken, bir şeyleri de biliyor olmak gerekiyor. Ama ne yazık ki bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olarak bazı şeyleri söylersek, komikten ziyade gülünç duruma düşebiliyoruz. Günümüzde böyle örnekler çok.

B: Radyo sunuculuğuna başlaman nasıl gerçekleşti?

T.A: 1992'de başladım. Edirne'de üniversite öğrencisiydim. Öğrenciyken; okey oynayayım, kahvede oturayım ya da çay bahçesinde takılayım kafasında olmadım hiç. Zaten hala da öyle biri değilim. Neyse işte. Okuldan çıkınca balkonumuzda soyunur, güneşlenirken kitap okurdum. Bir de hem radyo hem de saat olan küçük bir aletten radyo dinlerdim. Zaten o zamanlar Alev ile Seda vardı sadece program yapan, onlar da artık bu sektörde değiller. Sık sık onları dinlerken, bu mesleği yapmak istediğimi iyice fark ettim. Sonra da Türkiye'nin ilk radyolarından biri Edirne'de açıldı. Sabah 9'da İstiklal Marşı ile açılan radyo, akşam 5'de yine marşla kapanıyordu. Bu saatler dışında ise yayın olmuyordu. Cesaretimi topladım ve radyonun irtibat bürosuna gittim, kendimi anlattım. Şurada okuyorum ama radyocu olmak istiyorum dedim. Yeni açılmış bir radyo ve çalışan eleman sıkıntısı da var, bu yüzden doğrudan radyoya yolladılar beni. Program yapan arkadaşlarla 2 saat programda bulundum, birkaç cümle kurdum. Radyoya ilk o gün girdim ve bir daha da çıkmadım. Biraz da ne istediğini bilmek ile ilgili bu meseleler. Benim çocukluğumda TRT'nin efsane spikerleri vardı, onlardan haberleri dinler ve kendimce tekrar ederdim. Yani adam olacak çocuk belli olmuş galiba (: Ama artık bu işe alım süreçleri daha zor. Eskisi gibi fırsatlar yok. Lakin yapmak isteyen kişi güven verirse, bu işi yapmaya niyetli olduğunu gösterirse, kendi yolunu açabilir. Mesela böyle birini biz tüm bölümlerde çalıştırır ve işin tüm detaylarını öğretiriz. Sonrasında hala istekliyse program yapma hakkını veririz. Yani biraz şartların zorluğu birazda mesleğimizi koruma amacı ile yeni gelenleri ince eleyip sık dokuyoruz denebilir.

B: Radyo sunucusu olmak isteyenler diksiyonlarını ne yönde geliştirmeliler?

T.A: İnancım şu. Radyoda ve televizyonda asgari düzeyde temiz Türkçe şart. Ama bu temiz Türkçe dediğimiz şey, TRT Türkçesi değil. TRT'ninki 'İstanbul Türkçesi' dediğimiz konuşma şeklidir. Ama bu konuşma şekli yeri geldiğinde çok yapay kalıp, dinleyiciyi sunucudan uzaklaştırabiliyor. Ayrıca TRT Türkçesinin de pek önemi kalmadı artık. Şu anki popüler radyocular da Türkçeyi bu kadar temiz kullanmıyorlar. Zaten günümüzde tek başına doğru Türkçe kullanımı da yeterli değil. Yoksa Beyaz gibi Acun gibi isimler televizyonda var olamazdı. Günümüzde esas mesele samimiyet. Artikülasyon bozukluğu ya da R'leri söyleyememe gibi durumlar olsa bile, samimiyet seyirciye geçiyorsa sıkıntı olmuyor. Mesela benim de bazı kelimelerde telaffuz sıkıntılarım var ama sadece ben biliyorum bunları. Herkes fark etmez yani. Ben bu kelimeleri düzeltsem, samimiyetin dinleyiciye geçememe durumu olabilir. Yani belirli düzeyde temiz Türkçe kullanımı ve samimiyet, bu işler için yeterli. Birde genel olarak erkeklerin sesi daha iyi gelir radyoda.   

                                                                                              Öğlen Haberlerinin Okunması



B: Günümüzde radyonun değeri ne konumda, insanlar radyoyu ne kadar takip ediyor?

T.A: Üzülerek söylemek zorundayım ki; günümüzde radyo, kitle iletişim araçları arasında en az öneme sahip olanlardan biri haline geldi. Böyle olmaması gerekirdi, çünkü radyo özgürlüktür aslında. Radyo dinlerken ders çalışabilirsiniz, yemek yapabilirsiniz, araba kullanabilirsiniz, koşabilirsiniz... Başka bir kitle iletişim aracında bunları yapamazsınız. Ama günümüzde radyo dinleme süresi; ne yazık ki işe gidiş geliş saatleri, yani trafik vaktine sıkışmış durumda. Bu da teknolojinin bize sunduğu alternatifler sebebi ile oldu. Artık her insanda akıllı telefon var ve istediği müziği anında dinleyebiliyor. Radyoda ise başka birinin seçtiği şarkıları dinleme durumu var. Dinlediğin kişinin şarkı listesi seninle mükemmel derecede uyumlu bile olsa, bir aşamada sevmediğin bir şarkı geliyor ya da konu uzuyor ve sen olayın dışına çıkıyorsun. Açıkçası bu işi yapmasam belki bende radyo dinlemezdim artık. Ne kadar zaman sonra olur bilemem ama radyoculuk elbet bitecek. Ya da radyoların sayısı epey azalacak. Küçük bir grubun temsil ettiği mecra olarak kalacak belki. Silivri'yi örnekleyecek olursam; ceza evinde, iş yerlerinde, site güvenlik kulübelerinde falan aktif olarak radyo dinleniliyor şu an.

                                                                                              Radyonun Sorunları Üzerine 



B: Mikrofonun başına geçtiğin ilk gün nasıldı? Neler hissettin?

T.A: Mikrofon ile ilk tanışmam da bile, sanki senelerdir bu işi yapıyor gibiydim. Yani heyecan yoktu, panik yoktu. Sadece şöyle bir durum söz konusuydu. O dönemlerde başlayan radyo sunucuları olarak, mesleğimizde örnek alabileceğimiz insan sayısı yok denecek kadar azdı. Sanki bizi karanlık bir odaya bıraktılar ve yolunuzu bulun dediler. Biz ise sehpaya çarptık, kanepeye çarptık, düştük ama sonunda yolu bulduk. Şimdi ise mesleki anlamda örnek alınabilecek insan çok fazla. Dolayısı ile radyo sunuculuğunu öğrenmek, eskiye göre çok daha kolay. Ben ilk başladığım zamanlarda 5 saat program yapıyordum ve 5 saat boyunca ayakta duruyordum. Diyaframım sıkışmasında sesim güzel çıksın diye böyle  abartılı şeyler yapıyordum. Ne gerek varmış diyorum şimdi. Televizyonda ekrana çıkmam da beklenmedik şekilde gelişti ama ben orada da rahattım. Canlı yayında da rahattım. Bende daha çok program bittikten sonra heyecan oluyor. Mesela seçim sürecini bitirdik şu an. Program esnasında gayet rahattım ama program bitince heyecanlandım.

B: Radyo sunucusu olmak ne gibi şeyler kattı hayatına?

T.A: Başladığım ilk yıllarda radyoya ilgi çok fazlaydı. Günümüzde sosyal medya fenomenlerinin gördüğü ilgi, mesleğe başladığımda radyo sunucularının gördüğü ilgi ile aynı. Ömrün boyunca spot ışıklarının altında, yani radyo ya da televizyon da olunca buna alışıyorsun ve artık bu senin yaşam biçimin oluyor. Bana kattığı şey mi bilmem ama beni şu hale getirdi. İlgi arsızıyım, ilginin kendi üzerimde olmasını isterim. Bu yönde beni etkilemiş olabilir, yani mesleki deformasyon gibi. Tabii günümüzde böyle bir ilgi söz konusu değil. Bunun dışında bana kattığı en anlamlı şey ise, hayatım boyunca seveceğim ve her gün taze enerji ile işe gitmemi sağlayan bir mesleğimin olmuş olması. Bu anlamda kesinlikle çok şanslıyım. Malum Türkiye'de istediğin mesleği yapabilmek çok zor aslında. Ayrıca istediğin meslekte kalabilmekte çok zor ama ben bunu başaranlardanım.

B: Yayın sırasında hata yapınca nasıl telafi ediyorsun?

T.A: Hata yapma olasılığı her zaman vardır. İlk programda da vardır, yıllar sonraki programda da vardır. Ama canlı yayın sırasında hata yapmış olmak beni çok mutsuz eder. Genel olarak çok az hata yaptım ben ve onlardan biri de ilk başladığım senelerde bir kelimenin telaffuzunu yanlış yapmamdı. Yani bu tarz yanlışlar yaptım. Allah'a şükür geri dönülmez bir hata yapmadım. Bu biraz da beyin ile ağız arasındaki mesafenin kısa olması ile ilgili olmakla birlikte şununla da ilgili, çok rahat olmayacaksın! Bu işte iyiyim deyip kendini salmayacaksın! Her zaman tetikte olacaksın! Dikkat edip meslek hayatını hatasız bitirebilenler olduğu gibi, tek hata ile mesleği bitenler de oldu. Mesela Güner Ümit'in program esnasında yaptığı bir hata mesleğini bitirmişti. Ama Mehmet Ali Erbil ise hep sınırları zorlamasına rağmen mesleğe devam edebildi. Sanırım hatanın ne ile ilgili olduğu da önemli biraz.

B: Tam olarak 27 yıllık radyocusun. Dünden bugüne neler değişti radyoda?

T.A: Teknoloji değişti en başta. Şu anki gençlerin hiç duymadığı şeyler vardı.. Mesela jetonlu telefonlar. Şehrin belli yerlerinde olan bu telefonları kullanırken, konuşacağın mesafeye göre jeton seçerdin. Artık teknoloji ile telefonlar, radyolar, yani her şey değişti. Televizyon boyutunda kaset çalarlar vardı evlerde. Radyolarda kanepe boyutlarında ses mikserleri vardı. Tabii teknoloji geliştikçe bunlar küçüldü ve televizyon boyutundaki kaset çalarlar, kitap boyutunda üretilmeye başlandı. Radyoya ilk başladığımda şarkıları kasetlerden çalardık. A1 diye bir şey vardı o zamanlar. Şarkıcı en iddialı şarkısını A1 diye kaydederdi kasede ve ilk onu dinlerdik. Şarkı sıralaması ise A2 A3 diye devam ederdi. Daha sonra ise Compact Disc'ler çıktı ve bizim aklımız almıyordu. Uzaktan kumanda ile çalışıyorlardı ve kasetin aksine istediğin şarkıyı seçip çalabiliyordun. Malum kasette şarkı seçmek yoktu, ancak elinle ileri sara sara şarkıya denk gelebilirdin. Radyo yayınına başlamadan önce kasetler hazırlardık eskiden, ama CD sayesinde işimiz çok daha kolaylaştı. Bu arada CD'de çaldığım ilk şarkı Yeliz'in Sel Suyu adlı şarkısıdır. Şarkıyı da Yeliz'i de çok severim ve şarkı CD'de 3 numaradaydı. Ardından ise MiniDisc, yani MD dediğimiz CD'nin daha ufak hali çıktı. Ama CD'lerden daha çok şarkı kaydedilebiliyordu ve biz bu gelişmelere inanamıyorduk. Sonrasında ise bilgisayar geldi hayatımıza. Şarkıları bilgisayar üzerinden çalmaya başladık ve Winamp ile tanıştık. Şu an ilkel sayılan bu program o zamanlar için hayatımızı epey kolaylaştırmıştı. Günümüzde ise insan olmadan, bilgisayar aracılığı ile 24 saat ve daha fazla olacak şekilde yayın yapabiliyorsun. Sadece bir teknik personel yeterli oluyor bu konuda. Teknolojik gelişimin dışında ise dinlenen müzik türleri de epey değişti sanırım.

B: Türkiye dışında nerede yaşamak isterdin, neden?

T.A: Ülkemi ve güzelliklerini çok seviyorum. Ama olanağı olanlar gitsinler dışarıda yaşasınlar, en azından belirli bir süre için. Zaten çevremdeki çoğu insana da söylüyorum bunu. Çünkü dışarıda yaşadığınız zaman ülkenizin iyi yönlerini de kötü yönlerini de daha iyi anlıyorsunuz. Çok yer gezdim, gezdiğim çoğu yeri de beğendim. Mesela İtalya. İklimi, insanı ve yemek kültürü ile bize çok yakın. İtalya'da yaşamak isterdim. Belçika'da olabilirdi. Küçük bir ülke ama farklı enerjisi var. Hollandayı'da seviyorum ama burada başrol tabii ki Amsterdam. Pek çok milletten insanın Amsterdam'da kültür etkileşimi ile yaşayabiliyor olması beni çok etkiliyor. Hayatımın bundan sonraki bölümünü bir yerde yaşayacak olsam, sanırım Amsterdam olurdu. Bunun dışında tatil için bile olsa herkese ufak ufak yurt dışına gitmeyi öneriyorum. Bu deneyimler size yeni düşünceler katacaktır. 

B: En severek dinlediğin müzik türü ve son günlerdeki favori şarkın nedir?

T.A: Mesleğim sebebi ile bütün ömrüm müziğin içinde geçtiği için, artık herhangi bir yerden şarkı açıp dinlemekte zorlanıyorum. Bünyem kabul etmiyor galiba. Ama hayatıma bakacak olursam, dinlediğim müzik türü dönem dönem değişti. 80'lerın sonunda liseyi bitirmek üzereyken, karpuz toplama işine giderdim ve buradan kazandığım para ile İstanbul'da Miles Davis gibi isimlerin verdiği caz konserlerine giderdim. Yani o dönemlerimde bu tarz müzikleri severdim. Tabii bunda büyüdüğüm evin ortamı da etkili. Babam mesela. Klasik müzik dinlememe aracı olmuştur. Üniversite yıllarımda ise Grup Yorum tarzı müzikler dinlemeye başladım. Radyoya girince ise dejenere oldum ve pop müzik dinlemeye başladım. Şu an için ise genelde Türkçe Müzik dinliyorum, eskisi gibi caza hakim değilim ve iyi bir müzik dinleyicisi de sayılmam. Sadece işim gereği ne çıkmış ne çıkmamış diye pop müziği takip ediyorum. Yani genel olarak müziğe tahammülüm çok az artık. Şu an favori şarkım diyebileceğim bir parça yok ama Mabel Matiz'in tarzını seviyorum. Bana 70'li yıllardaki Barış Manço, Cem Karaca gibi isimleri anımsatıyor. Müzik altyapısı çok zengin ve klipleri ile imajı da çok farklı. Bu anlamda Mabel Matiz'i seviyorum.

B: Okurken ya da izlerken keyif aldığın; kitaplar, filmler ya da diziler?

T.A: Gençliğimde şiir kitapları ve romanlar okurdum. Çoğu insan gibi bende şiirler yazardım. Şu an ise Soner Yalçın gibi isimlerin yazdığı yakın tarih ile ilgili dökümanter şeyleri ve de Antropoloji ile ilgili kitapları okumayı tercih ediyorum. Kurgu romanlarını okumak sıkıcı geliyor artık. Günümüzün çok popüler kitaplarını da okuyamıyorum. Mesela Zülfü Livaneli çok revaçta, ama ben sevmiyorum. Kitap ve müzik arşivimi; kardeşim benden habersiz Akmar Pasajı'nda satmıştı. Bu da iç burkan bir anımdır. Şu an okuduğum kitap ise Ahmet Şık - Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda. Film olarak en son Organize İşler: Sazan Sarmalı'nı izledim. Bu arada Silivri Sinemasına gelen film seçkisinden memnun değilim. En çok etkilendiğim filmler ise Ferzan Özpetek'in ilk filmi ve Charlie Chaplin Filmleri. Chaplin'in filmleri siyah beyaz olmasına rağmen kendini sıkmadan izletiyor. Ayrıca çok dizi seyrediyorum ama bunun esas sebebi ise senaryo yazmaya meraklı oluşum. Breaking Bad dizisi favorim. Dizi çok iyi ve senaryo anlamında da mükemmel. Yani ben filmlerde ve dizilerde zekayı seviyorum. Muhteşem Yüzyıl'ın ilk iki sezonu da çok iyiydi benim için. Senaryo anlamında yaratıcı bulmuştum.

B: Radyoda yapmak istediğin özel bir program formatı var mı?

T.A: Radyoda her şeyi yaptım aslında. Sevdiğim tarz ise şu an yaptığım, yani Format Dj'liği. Az konuşacaksın. Şarkı ya da kliple ilgili bilgi vereceksin. Bu kadar yani. Bana göre radyo müzik demektir. İyi şarkı çalacaksın ve çaldığını yansıtacaksın.

B: Unutamadığın radyo programı anıların?

T.A: Haber bülteni saati gelmiş, arkadaşım da haberlerini hazırlamış ve yayın sırasında okuyacak. Sonra yayına giriyor ve haberleri okuyor. 90'lı yıllardayız. Bosna'da savaş var o zamanlar. Haber de Birleşmiş Milletler'in Bosna'ya ultimatom vermesi ile alakalı. Arkadaşım kendi yazısını okuyamadı ve BM'nin Bosna'ya hipopotam gönderdiğini söyledi. Bu benim için o an komikti. Başka bir arkadaşım ise spor haberi okuyacak ve o zamanlarda da Hakan Şükür çok popüler. Hakan'ın sakatlanması ile ilgili bir haberi okumaya başlar ve ''Hakan Şükür sakatlandı, mistırı çekildi'' diye okur haberi. Yani MR'yi, mistır olarak okuyor. Çok ilginç olmasa da bu tarz gülümseten anılarım var.

B: Tanımayanlar için Turhan Alyakut kimdir?

T.A: İnsanın kendini anlatması zordur. Meslekten bağımsız olarak anlatayım. Çalışkan ya da başarılı olabilirsin, bunlar bir insan için çok iyi özellikler. Lakin bunların haricinde vicdanlı olmanın daha önemli olduğunu düşünüyorum. Zaten bu yapılan işlere de yansır. Mesela, bu işi yaptığım süre boyunca, radyoculuğu öğrenmek istiyorum diye bana gelen her insana şans verdim. Neden? Çünkü ben bu işle ilgili hiçbir tecrübeye sahip değilken bana bir şans verildi ve bu benim mesleğim oldu. Bu yüzden, bir insan benim karşıma geldiği zaman, ona vereceğim şansın onun bu alandaki tek şansı olabileceği ihtimalini düşünürüm hep. Başarılı olur ya da olamaz ayrı mesele. Ama ben böyle olması gerektiğine inanıyorum. İnsanlara şans vermek gerektiğine inanıyorum. Eğitim hayatımda da iş hayatımda da hep çabaladım, tırnaklarımla kazıdım. Tüm bu zorlukları aşmış biri olarak hayatımdaki insanların yaşamlarını kolaylaştırmaktan yanayım.

B: Sektörel sıkıntılar nelerdir tam olarak?

T.A: Günümüzde radyoya yatırım yapmak gittikçe zorlaşıyor ve bu en büyük sıkıntılardan. Küpe FM ayarındaki bir radyonun, her ay sadece 8 bin doları uydudan yayın yapmak için ödemesi gerekiyor. Daha personel, elektrik ve belli başlı giderler de var. Sektördeki herkes elindeki ile günü kurtarmaya ve çarkını döndürmeye çalışıyor. Kur böyle yükselmeye devam ederse, bölgesel radyoların yayın yapması çok mümkün olmayacak. Bu durum da radyoların bitiş sürecini hızlandıran faktörlenden olacak belki de. Mesela şu an Küpe FM, kurucularının başka iş kollarından aktardığı para ile dönüyor. Yani kendi kazancı ile çarkını döndüremiyor. Şu an radyoculuk; kar etmek için değil de, daha çok kamu hizmeti için yapılan bir iş gibi.



B: Takip ettiğin radyo sunucuları ya da programları var mı?

T.A: Özellikle açıp programını dinlediğim kimse yok. Ama denk geldikçe Nihat Sırdar'ı dinlerim. Hem bakış açısını hem de program formatını severim. Sabah trafik saatlerinde, Twitter gibi sosyal medya araçlarındaki popüler konu başlıklarını gündemine taşır ve konulara yapılan yorumları dinleyicileri ile paylaşır. Ayrıca güncel haberleri de değerlendirir, konular üzerinden eğlenceli sohbetler gerçekleştirir. Bu işin de starlarındandır zaten. Başladığı günden beri popülerliğini koruyabilmiştir. Hangi radyoya geçerse, onu takip edecek bir sadık dinleyici kitlesini de yanında götürür.

* Radyonun uzun yolculuğunun izlerini, bu yolda nelerin değiştiğini ve de bu yola dahil olmak isteyenlerin neler yapması gerektiğini, kendi deneyimleri üzerinden anlatan Turhan Abiye çook teşekkür ederim. *

Not: Telefonlarınıza Radyo Kulesi adlı uygulamayı indirerek; Küpe FM ve diğer tüm radyolara ulaşabilir, sabahları Turhan Abiyi dinleyebilirsiniz (:

Sinemamızdaki İlk Renkli Filmin Analizi: Halıcı Kız




  Yıl 1953. Teknik imkanlar sinemamızın ilk yıllarına göre gelişmiş durumda. Muhsin Ertuğrul ise vizyonunu gösteren yönetmen olarak, teknik imkanların da yardımı ile sinemamızın ilk renkli filmi olan Halıcı Kız’ı çekiyor. Kalemimle; filmin yapboz bütünlüğündeki biçimini bozmadan önce, sinemamızda renkleri ilk kez gördüğümüz Halıcı Kız’ın, öyle ya da böyle sinema tarihimizde başrolü almayı başardığını söylüyor ve devam ediyorum.


  Öyle ya da böyle dememin sebebi ise filmin bir bütün olarak mükemmel olamamasından kaynaklanıyor! İlk kez renk kullanımının yardımı sayesinde; o zamanların taşrasından başlayıp, İstanbul’da son bulan bir hikayeye, tarihsel bulgular açısından ortak oluyorum. Her şeyden önce Galata Kulesi ve çevresinin, 1950’lerdeki ahengine şaşırıyorum. İstanbul’un her zaman için bu kadar güzel olduğunu görmek; beni, filmi masalsı duygularla incelemeye davet ediyor. Lakin senaryonun gelişme evresi ile birlikte, masalsı yaklaşımım tabi ki de yersizleşiyor. Zira filmimiz, ekmeğinin peşinde ve kendi tercihlerinin getirileri ile yaşamak isteyen Gül’ün çetrefilli hayatını anlatıyor.  Gül’ün olaylar karşısında verdiği tepkiler; fonda kullanılan müzikler ile desteklenerek, seyircideki hissiyat arttırılmaya çalışılıyor. Ama bu müzikler, yer yer öylesine şiddetli kullanılıyor ki, başarısız müzik kullanımının getirdiği zafiyeti fark etmek zorunda kalıyorum. Yani filmin atmosferinden uzaklaşıyorum. Filmde tercih edilen; müziğin düşük ya da yüksek dozda şiddetli kullanımları, oyuncuların yer yer ilginç performansları, hikaye tutarsızlıkları ve kurgu yüzeyselliği, bütünlük anlamında atmosferin bozulmasına yol açıyor. Planlar arası geçişlerde sık kullanılan bir kurgu tekniği görüyorum. Günümüzde olmayan ve siyah çizgi geçişi ile yapılan bu teknik, aslında görüntüleri arka arkaya eklediğimiz birleştirme işleminden ibaret. Yönetmenin bu sadeliği siyah çizgili geçiş ile süsleme çabası, kurgunun yorucu yanını görmemi sağlıyor. Tüm bunların haricinde ise; Yeşilçam Filmlerinin pek çoğunu izlemiş biri olarak, senaryodaki bazı ince göndermeleri zamanına göre epey yaratıcı buluyorum. Gül’ün hastalanmış annesine doktor götürme amacı ile gittiği ormanda, kırmızı kıyafetler ile bezenmesi ve de kamyoncunun cinsel açlık dürtüsü ile Gül’e odaklanması, bana kırmızı başlıklı kız hikayesini hatırlatıyor. Senaryonun yaratıcı noktalarından bir diğeri ise; Gül’ün sadece insani duygularla çıktığı ilişki arayışında, yine kendi gibi insaniyetten yana olan biri ile etkileşime girmesi oluyor. Zira cinsiyet fark etmeksizin tüm karakterlerin Gül’ü güzelliği üstünden değerlendirip, kendilerince yönlendirme çabaları ile Gül’ün umutsuzluğunu körüklemeleri, toplumun bozulmuş ahlaki yapısına ışık tutuyor.



   İlk renkli film olan Halıcı Kız’ın dünyası izleyeni tatmin etmese de, bazı konular hakkında detaylıca düşünmeye itiyor. Vermek istediği mesajlar ve dönemi hakkında barındırdığı kaynak niteliğindeki renkli görüntüleri, her şeye rağmen filmin iyi bir klasmanda olabilmesini sağlıyor.

Türkiye'de Rap Müzik: Santas ile Röportaj

 Son 5 yılda; önceki senelere kıyasla, ülkemizdeki müzik türleri arasında ön plana çıkmaya başlayan Rap, kişinin kendini ifade etmesindeki en farklı yollardan biri. Günümüzde bu yola baş koyanlar ise, birbirlerinden farklı rap tarzları ile dikkat çekiyorlar. Zaten Rap Müziğin; diğer müziklere kıyasla en büyük avantajlarından biri de, kendi içinde çok farklı alternatiflerinin olabilmesi. 

  Değişen dünyanın yansımalarını fazlası ile gördüğümüz Rap Müzik, üniversitede sınıf arkadaşım olan Emre Akbaş'ın, 'Santas' mahlası ile bu yolda ilerliyor olması sebebi ile bloğumda kendine ilk kez yer buluyor. 
  Rap Kariyerlerine yeni başlayanların; bu yolda nelerle karşılaşabileceklerini ve gelişim süreçlerinin nasıl gerçekleşeceğini, benim aracılığım ile Santas'tan öğreniyoruz.


 Rapin Kalbi: Dinleyiciler ile Buluşmak


Burak: Öncelikle hoş geldin Emre. Santas olarak rap dünyasına girdin. Biz ise bu sürece sınıf arkadaşların olarak yakından şahit olduk. Bu doğrultuda şöyle başlayalım istersen, Emre Akbaş kimdir? Santas kimdir? İkisi arasındaki farklılıklar ya da benzerlikler nelerdir? Yani Santas'ın temsil ettiği müzik tarzı ya da Emre'nin karakteri gibi? 

Santas: Herkese merhaba. Önce kendi hayatımdan başlayayım. Neşeli bir insanım, gülmeyi seviyorum. Kitapları seviyorum. Genelde türkü dinlerim. Emre için rap, eğlenmek istediği zaman dinlediği bir müzik türü. Santas olarak ise kendi camiam içinde biraz egoist sayılabilirim. Zira bu işi iyi yaptığımı düşünüyorum. Genel olarak ise hem eleştirmeyi hem de eleştirilmeyi seviyorum. Tabii eleştirinin yapıcılığı da önemli. Mesela ilk parçamda güzel tepkiler aldım. Lakin biri eleştiri yapmış, primci falan demiş ve üzerine de küfretmiş. Başka birinin eleştirisinde ise, şarkının şu kısımları daha farklı olabilirdi gibisinden, diğerine kıyasla çok daha nitelikli bir eleştiri yapılmış. Benim de sevmediğim şarkılar var elbet, ama saygı başka bir şey. Küfürden ziyade ihtiyacımız olan şey saygı. 

Burak: Şu an kaç şarkın var Youtube'da?

Santas: 5 şarkım var. Ayrıca 6. şarkımda hazır. Yeni şarkım sistem eleştirisi üzerine. 

B: Bildiğim kadarı ile 5 şarkının da klibi yok. İlk klip ne zaman? Planlar ne yönde?

S: Dertleri Yine Geri Sar'a klip çekmiştim aslında. Ama her şey istediğim gibi gitmedi. Yani çektikten sonra birkaç sahneyi izledim ve beğenmedim. Vaktim olmadığı için de sahneleri tekrar çekemedim ve bu sebeple de henüz klibim yok. Bu yöndeki ilk hedefim ise, feat atacağım bir parça için klip çekmek. Bu parça için bazı sahneler planlandı bile zaten. Yaza doğru klipli ilk şarkım yayınlanacak, tabii şartlar değişmezse. Burada maddiyatta en önemli etkenlerden.

B: Maddi durumlara değinmişken.. Şarkıyı yazmak, stüdyoda kayıt almak, ses montajını yaptırmak ve bu şarkıya klip çekmek! Bunların maliyeti nedir?  

S: Maliyet konusunda Amatör ve Profesyonel olmak üzere iki farklı fiyat söz konusu. Amatör kaydı tercih etmek maddi olarak daha makul tabii. Lakin kesinlikle amatörü tavsiye etmem, çünkü dilim yandı bu işten. İlk 3 şarkım amatör kayıt olarak gerçekleşti. Yani Ev Stüdyosu dediğimiz ortamlar. Benim tercih etme sebebim ise tamamen öğrenci olmam ile alakalıydı. Çünkü gerçekten iyi bir kayıt 100 liradan başlayıp 600 liraya kadar çıkabiliyor. Bu fiyatlara, şarkı düzenlenmesi ve ses temizlenmesi de dahil. Mesela amatör stüdyolar 1 günde şarkıyı hazırlayabiliyor ve size teslim ediyor. Şu anda çalıştığım Taşkale Stüdyo da ise böyle bir durum söz konusu değil. Kaydınız 1 haftadan önce teslim edilmiyor normal şartlarda, yani çok daha profesyonel bir iş söz konusu. Kaliteli iş zaman alır, prensibi ile çalışan bir stüdyo. Buradan Berkan Abiyede selamlar. 3 ay bir şarkıya emek veriyorsun, yazıyorsun ve altyapısını hazırlıyorsun. Emeklerinin karşılığını almak istiyorsan, profesyonel stüdyoları tercih etmelisin. Zaten şarkının sahibi bizzat gidip hem amatör hem de profesyonel stüdyoyu görürse, şarkısını nereye emanet etmesi gerektiğini net olarak anlayacaktır. 


- Santas -

B: Peki Taşkale Stüdyodaki ilk kayıt ne kadara geldi?

S: Normal şartlarda 70 ile 100 lira arasında kayıt fiyatları. Düzenleme vb her şey dahil bu fiyata. Zaten amatör stüdyolar bile 50 - 60 lira alıyor artık. Mesela ben birbirine yakın bu fiyatları görünce, bugüne kadar neden Taşkale Stüdyoya gelmemişim dedim! Belki de Kanarya'da yani benim semtimde yapılan en güzel iştir bu stüdyo. 

B: Anladık, bayaa memnunsun şu anki stüdyondan. :)  Zirvedeki isimlerden kendine örnek aldıkların kimler?


Bayaa Memnun Stüdyodan (:

S: Ezhel. Kendisini takdir etmemek mümkün değil. Öncelikle tam bir sanatçı. Enstrüman falan çalıyor. Sesi de güzel zaten. En çok etkilendiğim yönü ise kendi doğrularının peşinden gidebilmesi.    

B: Çok tanımıyorum, yani pek dinlemedim. Enstrüman falan ekstra işler, bunun farkındayım. Ama çevremden duyduğum kadarı ile Şehrimin Tadı ne yani? Anlamı ne? Neyi temsil ediyor bu şarkı? Sırf kulağa ritmik geldiği için mi popüler? Bunu merak ediyorum.

S: Tam hatırlamıyorum ama son 5 yılda bu tarz şarkılar yapılmaya başlandı. Bu tarzı yapanlar her zaman eleştirilmişti zaten. Ama Trap tarzdan, Old kafasında bir şarkı beklememek gerekir. Trap tarzı daha çok kulüplerde tercih edilen, insanların monoton hayatlarından uzaklaşıp, eğlenmek için dinledikleri şarkılar.

B: Aslında sorumu şu anlamda sordum. Hani rap müzik, pop müziğe göre her zaman daha derindir ya. Pop yüzeyseldir, basittir. Peki bu patlayan şarkıların anlamı ne? Derinlik nerede?

S: Mesela ben Trap sevmiyorum, ama yapmak zorundaydım ve bu yüzden eleştirilere maruz kaldım. Bu olaya biraz böyle bakmak lazım galiba. Örnek aldıklarıma dönecek olursak, koyu bir 2Pac hayranıyım. Ayrıca Wiz Khalifa, Ufo, Eno, Mero, Capital ve Fuat (Üstad) dinliyorum. Gerçekten Hip Hop dinlemek istediğim zaman ise Ceza, Sagopa Kajmer ve Şehinşah dinliyorum. 




B: Bu aralar favorin olan 3 şarkı?

S: Fuat Ergin - Rast Gel Kazara
     Ceg - Neden
     Şehinşah - Pirana
    
B: Rap Müziğin senin hayatındaki yerine yoğunlaşalım. Kaç yaşındasın, seni rap müzik ile ilgili en çok etkileyen şeyler nelerdir? 

S: 20 yaşındayım. Bu müziği dinlemeğe ise ilkokulda başladım. O zamanlar dayımın oğlu rap yapıyordu ve bol kıyafetler giyiyordu. Rap ile çok içli dışlıydı ve ben de onun sayesinde rap ile tanıştım. Zaten feat parçada onunla gelecek. Ara vermişti aslında o, ama hala çok istekli olduğu için böyle bir şey yapalım dedik. Ayrıca, o zamanlar Sagopa Kajmer dinleyen ablam da etkilemişti beni. Bunlar dışında benim için en önemli an, ilk konserimdi. Jagged, Aspova ve Canbay&Wolker gibi isimlerle Şirinevler'de ilk konserimi gerçekleştirdim. Çok heyecanlanmıştım. Hatta şöyle bir olay oldu. Konsere 2 gün kala bitmiş şarkıma yani Bohem'e, şarkının kısa olması sebebi ile 3 kıta eklemem gerekti. Sonradan yapılan bu ekleme, ilk konser heyecanım ile birleşince, şarkının sözlerini unuttum. Bir an için ne yapsam bilemedim, sonrasında ise ilk elin günahı olmaz dedim ve elime telefonu alıp şarkının sonradan eklediğim kısmını okudum. Ayrıca ilk şarkılarda nefes ayarlama sorunu da yaşadım. Tüm bunlara rağmen güzel tepkiler aldım. İlk konserin benim için açtığı kapılardan biri de; Emre'nin konuşamayacağı insanlarla, Santas'ın konuşabildiğini görmek oldu.     


İlk Konser

B: İlk elin günahı olmaz :) Bende inanırım buna. Konserlere kaç kişi çıkıyorsunuz ve ne kadar süre alıyorsunuz? 

S: İlk konserimde 20 kişi sahne aldık. 3 ya da 4 şarkı söylüyorsun, sahnede 15 dakika falan kalıyorsun. Biletler 20 - 25 lira civarlarında oluyor. İzleyici ise şu an için 100 - 150 kişi arasında oluyor. Henüz para alamıyorum. Tüm bunların ışığında, Allah nasip ederse kendi konserlerimi hedefliyorum. İlk konserimi de yardım konseri olarak gerçekleştirmek istiyorum. 5 sene sonra ise IF Beşiktaş gibi yerlerde konser verebilirsem, benim için muazzam olur. 

B: Peki bunlar planlanabiliyor mu? 5 sene sonra IF dedin, ama bu süreç nasıl gerçekleşecek, bu hedefler için neler yapılacak?

S: Öncelikle çok iyi bir dinleyici olmak lazım. Eleştiriye açık olmak lazım. Okumak lazım, daha çok okumak lazım. Bunların haricinde şu ana değinecek olursam, kariyer planlamamın çok iyi olmadığını düşünüyorum. Bunun sebebi olarak ise okul gibi faktörler var. Ayrıca da daha çok üretmeliyim. Tüm saydıklarımın daha çok ve daha kaliteli yapılabilmesi için ise gençlerin elinden tutulması lazım. Sözler nasıl yazılmalı? Nefes nasıl ayarlanır? gibi pek çok konuda tecrübelilerin rehberliği lazım. Mesela Tepki yapıyor şu an bunu, lakin başkalarının da elini taşın altına koyması gerekiyor.

B: Dediğin gibi olsa keşke ve sadece Rap Müzikle de kalmayıp, ülkedeki her alanda tecrübe paylaşımı ve alttan gelene el verme desteği artsa. Zirvedeki rapçiler dışında büyük bir yığılma var aşağı doğru. Bu anlamda aşağıdakilere daha çok fırsat verilmeli. Böylece hem insanları hem de sektörü büyütmek daha olası olur. 

S: İşin başka boyutu da; zirvedekiler bırakınca, alttan gelenlerin ne kadar iyi olacağı! Bu yüzden de el vermek lazım gençlere. Kalite artarak devam edecekse, el vermeler de bu işin başrolü olacak.

B: Sektörün gelişme derinliğinden bahsettik, peki ya Santas isminin anlamı nedir? Neden Santas?

S: E-Spor anlamında oyun meraklısıyım. 1 yıl öncesine kadar ise sıkı bir League of Legends takipçisiydim. Finalleri evde mutlaka izlerdim ve hatta bir tanesine de gitmiştim. Orada sevdiğim bir oyuncu vardı ve adı Santas'tı. Bu yüzden Santas yani. İngilizce Noel Baba demek. Ayrıca da din adamı anlamında Aziz demek. Anlayacağın genel olarak herkesin bir hikayesi var ama benim yok. 

B: Şahsi beklentim doğrultusunda soruyorum. Biraz daha anlamlı bir isim olması gerekmez mi? 

S: Şöyle bir şey var. Ezhel bu günlere gelmeden önce, Ais Ezhel'di. Yani isimler değişir, önemli olan yaptığım müzik. Zaten seninle daha öncede konuşmuştuk, yeni isim arayışındayım. 

B: Bakalım yenisi ne olacak (: 1.5 yıldır rap yapıyorsun. Sence bu zaman zarfında yanlış yaptığın bir şey var mı? Ya da bunu daha farklı yapabilirdim dediğin bir şey var mı? Rap Müzik kariyerine başlamak isteyenler nelere dikkat etmeli?

S: Söz yazma dönemlerinde aceleci olmasınlar. Parçanın oluşabilmesi için yeteri kadar süre ayırdıklarından emin olsunlar. Hiçbir şekilde amatör kayıt almasınlar. Gerekirse 5 ay para biriktirsinler ama kaydı profesyonel ellere teslim etsinler. Sadece popüler olma niyetiyle rap yapmasınlar, zira gerçekten severek yapıldığında özünü bulabilen bir müzik. Zaten severek yapıp, samimiyetle üretmeye devam edersen, popülerlikte geliyor.

B: 2019 Türkiye'sinde rapçilerin sosyal hayatları nasıl? Kıyafetleri nasıl? Belirli bir kalıba girip, toplumdan farklı mı görünmeliler? 

S: Eskiden bol giyerlerdi. Aslında bol kıyafetler giymeyi bende çok seviyorum. Üst olarak bol kıyafetler giyiyorum da zaten. Tamamen bol giyer miyim, onu bilmiyorum. Rap kültürü ise zaten başlı başına farklılık ve bizim toprakların kültürüne de pek yakın değil altyapı olarak. Bu yönden bakınca insanlardan daha farklıyız tabii. Normal olan da bu zaten. Vermek istediğin mesaj başkaysa, normalden farklıysa, sende onu temsil eden biri olarak daha farklı görünebilirsin. 

B: Eklemek istediğin başka şeyler var mı? Yeni konserler var mı?

S: Albüm yapmak istiyorum. İzhar ile ortak olarak yapmayı planlıyoruz. 10 şarkılık bir albüm olacak. Youtube albümü olarak yayınlayacağız, lakin aynı zamanda CD olarak da yayınlamak istiyoruz.  Aslında 1 ay önce konsere çıkacaktık ama anlaşmazlık oldu. Yaza doğru belli olur yeni konserler olup olmayacağı.


İstanbul Rumeli Üniversitesi'ndeki Organizasyondan


B: Seni en çok etkileyen kitaplar hangileri?

S:  * Abim Deniz 
     * Elon Musk Biyografisi
        Ayrıca şiirleri de çok severim. Lisedeyken şiirlerle tanışmama vesile olan Serhat'a da selam yollayayım buradan. Arkadaşlar önemli, Serhat sayesinde benim için bambaşka bir dünyanın kapıları açıldı. Neyzen Tevfik ile Turgut Uyar ise en sevdiğim şairlerden. Bu şairlerle bir arkadaş sayesinde tanışmış olmak ise ayrı bir samimiyet. 

B:  Arkadaşlarımız, hayatlarımızı bambaşka yönlere çekebiliyor. Favori filmlerin ya da dizilerin?

S:  Film olarak; Uzak, Sarmaşık, Kelebeğin Rüyası, Titanik, 12 Kızgın Adam, Diriliş, Zindan Adası ve Başlangıç. Dizi olarak ise; Leyla ile Mecnun, Beş Kardeş, Şahsiyet, Sherlock Holmes, Vikings, Shameless ve The 100.

B: Örnek aldığın liderler?

S:   * Mustafa Kemal Atatürk
      * Nelson Mandela
      * Che Guevera

- Santas'ın son parçasını dinlemek için -
 https://www.youtube.com/watch?v=ezMSUw8v6hM

 Rap Müziğe dair gerçekleştirdiğimiz; bilgi verici ve keyifli röportaj için Santas'a, yani arkadaşım Emre'ye teşekkür ediyorum. Umarım, emek veren herkes karşılığını alır.

Görüşmek üzere.. :)