Günümüz Türk Sineması ve Gerçekçilik Akımı

Sinema ve gerçekçilik kavramları yan yana geldiğinde, 1990’lar öncesi ve sonrası diye adlandırabileceğimiz iki dönem ile Türkiye Sineması oluşuyor diyebiliriz. Esasen ise bu tanımlama, 1990’lardan önceki filmlerin Gerçekçilik Akımı ile daha az yoğrulmuş olmasından kaynaklanıyor.

 

İlk dönemin önde gelen yönetmenlerinden Lütfi Ömer Akad, bazı filmleri ile sinemamızdaki gerçekçi dokunuşlara zemin hazırlıyor. Akabinde de Halit Refiğ, Metin Erksan ve Yılmaz Güney gibi usta yönetmenler, ortaya koydukları eserler ile zaman zaman Gerçekçilik Akımını çağrıştırıyorlar. En nihayetinde ise bu dönemdeki gerçekçilik olgusu daha çok yardımcı bir öğe olarak var olabiliyor!

 

1990’lardan sonra ise gerçekçi filmler adeta patlama yapıyor ve sinemamıza yön vermeye başlıyor. Zira 90’lardan sonra sektöre giren yeni yönetmenler, filmlerinde gerçekçi bir üslup benimsiyorlar ve bu olguyu yardımcı öğe olmaktan çıkarıp temel bir araç olarak kullanmaya başlıyorlar. Bu büyük ilerlemenin en büyük sebeplerinden biri ise dolaylı yoldan teknolojik altyapı oluyor. Kendi senaryolarını yapımcılara bağlı kalmadan filme dönüştürme şansı bulabilen yeni nesil yönetmenler, sinemamızın gidişatını değiştiriyor. Nuri Bilge Ceylan’ın Mayıs Sıkıntısı adlı filmi ise bu değişimin başlangıcına en simge örneklerden biri olarak çıkıyor karşımıza.

 

Gündelik ve aynı zamanda da toplumun içinden olan olayları; sinemasal normlarla anlatan bu yönetmenler, Türk Sineması ile Gerçekçilik Akımını adeta aynı yola baş koyan arkadaşlara dönüştürüyorlar. Ana akım sinemanın dışına çıkan bu tarz, sanat sineması ile bağımsız sinemanın ışığında Auteur kavramını da getiriyor. Buradan hareketle de gerçekçilik temasına bezenen yönetmenlerin, uluslararası festivallerde ödüller alıyor olmaları ve sinemamızın sesini duyurmaları kaçınılmaz bir son oluyor. Zira evrensel değerleri temeline alan yeni bir sinema dili oluşturulmuş oldu. Ayrıca da bu dilin çoğunlukla gerçekçilik olgusu ile kesiştiğini de söylemek lazım. Yani uluslararası arenada ödüller alan filmlerin çoğunun gerçekçi yapıda olduğunu düşünebiliriz.

 

Genel izleyici açısından baktığımızda ise Gerçekçilik Akımı ile donatılmış filmlerin ve hatta fragmanların, rahatsız edici şekilde sarsıcı olduğu ortada. Bazen hayatın soğukluğunu hissettiren bazen de derin düşüncelere davet eden gerçekçi anlatım üslubu, filmlerimizin eskiye oranla dünyada daha çok ön planda olmasını sağlıyor. Gişeye baktığımızda ise klasik anlatıya sahip filmlerin rağbet gördüğünü yine yeniden teyit ediyoruz. Bu tezat gidişatın ışığında nitelik ile niceliğin hala ortak paydada buluşamadığını ama yolun başında da olmadığımızı ifade edebiliriz. İzleyicinin perdeye bakış açısının değişmesi, kişilerin ekonomik şartları ile de alakalı bir durum. Bu sebeple önümüzdeki on yıllık dönemde bazı meseleler muammada kalmaya devam edecektir.


Dünya sinemasındaki oluşumu çok daha köklü olan Gerçekçilik Akımı; bizim sinemamızda ise Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Fatih Akın, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu, Serdar Akar ve Ahmet Uluçay gibi kendini ispatlamış yönetmenlerce benimsenmiştir. Mahmut Fazıl Coşkun, Emin Alper ve Tolga Karaçelik gibi daha yeni lakin etkileyici de bir üslubu olan yönetmenler ise sinemamızda yine gerçekçiliği çağrıştıran özel isimlerden. Alışılagelmiş isimler haricinde ise Gerçekçi Akım etkisindeki Borç filminin yönetmeni Vuslat Saraçoğlu gibi pek çok kıyıda kalmış sinemaperver, özellikle de film festivallerinde ön plana çıkan eserleri ile ezberden ziyade başka bir sinema derdi olduğunu dile getiriyor.

 

Gerçekçilik Akımının bizdeki filmografisine baktığımızda ise C Blok, Gemide, Mayıs Sıkıntısı, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, Yazı Tura, Meleğin Düşüşü, Takva, İki Dil Bir Bavul, Uzak İhtimal, Çoğunluk, Neden Tarkovski Olamıyorum ve Borç gibi filmler göze çarpıyor. Ülkemizde belirli bir kesime hitap eden bu öncü filmlerden bazılarını biraz açmakta fayda var.

 

Gerçek hayatta farkında olmadan duyduğumuz pek çok ses, kendi hikayemize dahil oluyor ve adeta hayatımızın arka planında bir fon müzik görevi üstleniyor. Rahatsız edici olabilen söylemler de bu duruma dahil tabii. İşte buradan hareketle Gerçekçilik Akımını oluşturan en önemli faktörlerden biri de diyaloglar ve ses efektleri. Yer yer doğa sesleri yer yer ise insanların ifade şekilleri ile bu akımın kendine ait bir iletişim şekli var. Tam olarak bu anlamda Gemide filmi ve hikayesi öne çıkıyor. Hikayenin getirdiği vahşilik, çoğu zaman küfürler ile destekleniyor. Olaylar ne kadar rahatsız edici geliyorsa izleyiciye, işte bu hissin oluşturulmasında diyalogların da bir o kadar payı var. Bu durum, gerçekçi olma yolunda başarılı kurulmuş bir planlamanın göstergesi. Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak dediğimizde ise bambaşka bir yörenin samimi gerçekleri ile karşılaşıyoruz. Memleketi Kütahya’yı ve film makarasından geçen hayallerini ilk hikayesinde birleştiren Ahmet Uluçay, kullandığı diyalog şekli ve müzikler ile köy ortamının gerçekliğini yansıtıyor izleyenlere. Sinema ile ilgili eğitim almamış Uluçay ve kısıtlı imkanlar ile yaptığı kendine has filmi, Gerçekçilik Akımının bambaşka bir boyutunu gösteriyor. Zira Gemide filmindeki sert ve tekinsiz ortam, Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak ile yurdum insanının samimiyetine bürünüyor.

 

Lakin samimiyet ile birlikte sinemada bile dikkat etmeniz gereken bazı konular vardır ki çok derin, çok kutsaldır. Takva ile Uzak İhtimal, birbirlerinden bağımsız ama gerçekçiliğin izinde ve tam olarak ortak hedefte buluşuyorlar bu kutsal hikayelerde. Takva’nın altını çizdiği meseleler; bir cemaate tabi olmanın uçurumlarını gösterirken, Uzak İhtimal de ise farklı dinlere mensup ama gönülleri aynı hissiyatta olan insanların ‘olamaz mı olabilir’ deyişlerini izliyoruz. Gerçek hayattaki katı sınırlar, tüm yalınlığı ile sunuluyor iki filmde de.


Ve tüm bunların ışığında; Gerçekçilik Akımı, yazdığımdan çok yazamadığım şeyleri sorgulatıyor sinema severlere. Mesela; Neden Tarkovski Olamıyorum diyen kıyıda kalmış güzide film, ülke sinemasının en derin yaralarına göndermeler yaparken bir yandan da sinemanın farklı boyutlarını hayal ettiriyor. Bambaşka bir yapım olan Borç ise iyilik kavramını inceden inceye hedef gösteriyor. Hatta filmin finali ile birlikte gelişi güzel bir hal alıyor hedefteki ve kime göre neye göre diyoruz iyi olma kavramına. İşte tüm bu eksiklikler ya da farklılıklar zaten hayatın içinden, ama sadece Gerçekçilik Akımı gibi oluşumlar ile çıkabiliyorlar perdede karşımıza. Sinema; büyülü dünyasında nefes alan insanları değiştirirken, şüphesiz ki akımlar çok büyük etken. Neticede ortaya koyulan prensipler her zaman sonucu tetikler.

 

Araştırma Kaynakları

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/424741

http://acikerisimarsiv.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/1547/294570.pdf?sequence=1&isAllowed=y

https://www.youtube.com/watch?v=dvtWvmzJoAA